5. KADEM Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi Sonuç Bildirisi
“Demografik Dönüşüm ve Kadın

KADEM’in İstanbul Üniversitesi ev sahipliği ile Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, İbn Haldun Üniversitesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, SETA ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklenen V. Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi 7 Mart 2019 tarihinde gerçekleştirildi.

“Demografik Dönüşüm ve Kadın” ana temasıyla açılış paneli ile birlikte toplam 4 oturumda 28 tebliğ sunuldu. Sunumlar çerçevesinde ulaşılan sonuçlar şu şekildedir:

  • Türkiye’de nüfus, Doğu’dan Batı’ya doğru yaşlanan bir seyir izlemektedir. Yaşlanmadan daha büyük sorun olan ‘hızlı yaşlanma’ hususu, dikkatle takip edilmesi gereken bir süreçtir. Doğurganlığın azalması, yaşlanmaya sebep olan en önemli faktördür. Buradan hareketle, yaşlı nüfusa yönelik bakım hizmetleri alanında kalıcı ve çözüm odaklı sosyal politikalar geliştirilmesi ve ısrarla altını çizdiğimiz üzere, kadınların çalışma hayatı içinde var olmasına ilişkin, özgün düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Kadınların çalışma hayatına katılımlarının planlanmasında onlara özgü biyolojik farklılıklar ve annelik vasfı göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Sosyal hayatta kadın ve erkeğin benimsedikleri roller, toplumsal yapının hızlı değişiminden etkilenmektedir. Sosyal bilimlerin 19. yüzyılda temellendirilmesini sağlayan pozitivist paradigmanın sabit niteliği, yeni rol paylaşımlarını tanımlayacak esnekliğe sahip değildir. Bu sebeple toplumsal rollerin adalet ekseninde yeniden düzenlenmesini gerektirecek adil bir paradigma geliştirilmesi gerekmektedir.
  • “Sanayi inkılabı ile şehre akan nüfus, geniş ailelerin dağılarak çekirdek ailelerin çoğalmasına sebep olmuştur” iddiası, doğrulanmış değildir. Çekirdek aile tipi, aileyi kentlerde kapitalist ilişkilerin olumsuz etkilerinden koruyan bir çeşit sığınak olarak da konumlanmıştır. Bu anlamda kadın ve erkek rollerinin değişiminin, aile tiplerinin dönüşümünden çok, ev ve iş yerinin ayrılmasından kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır.
  • Ailenin sağlıklı şekilde devamı, kültürün korunması ve aktarılması için çok önemlidir. Günümüzde kimi sivil toplum kuruluşları, vakıf ve dernek çalışmaları, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın aile eğitim programları, aile ve boşanma süreci danışmanlığı gibi hizmetleri; kültürel aktarımı destekleyen, değerlerine bağlı, sosyal konulara duyarlı ve sorumluluk alabilen iyi insan yetiştirme hedefiyle hareket etmektedir. Fakat bu durum, ailelerin kültür aktarımı hususunda üzerine düşen sorumluluklar konusunda hassasiyet gösterme gereğini ötelememektedir.
  • Toplumun ana-babalığa yüklediği önemli misyon, biyolojik sebeplerle bu rolü üstlenemeyen aileler üzerinde ciddi baskı ve stres oluşturmakta ve çocuk sahibi olmayan çiftler genellikle toplumsal sosyalizasyon sürecinin dışında bırakılmaktadır. Bu tutum ve davranışlarla çiftlerin nasıl baş ettiğine dair araştırmalarda, erkeklerin kadınlara göre toplumsal cinsiyet açısından daha eşitlikçi, kadınların ise daha geleneksel davrandıkları görülmüştür. İnfertilite durumuyla ilgili olarak ise kadınların erkeklerden daha çok stres yaşadığı tespit edilmiştir. Çocuklu aileler kadar, istediği halde bu imkâna erişemeyen çiftlerin topluma uyumlarının da önemli olduğu gözden kaçmamalıdır.
  • Sezaryen doğum yönteminin artışına sebep olarak tıbbi endikasyonlardan çok doktor tercihi ve normal doğum ile ilgili çeşitli önyargılar gösterilmektedir. Bu sebeplerin giderilebilmesi için sağlıklı bilgilendirmelerin yapılması ve ebelik mesleğinin aktive edilmesi elzemdir.
  • Dijital platformlarda ve sosyal medyada daha görünür hale gelen, tüketim kültürü içinde yeniden inşa edilen “süper annelik” yahut “yoğun annelik” algısının, son yıllarda Türkiye’de doğum oranlarının düşmesinde rolü olduğu gözlemlenmiştir. Anneliğin, bu sağlıksız algı ortamı dışında, idealliklerden ziyade anne ve çocuğun kendi özelliklerinden beslenerek, kendi doğası içinde var olabileceğinin altı önemle çizilmelidir.
  • Tek başına yaşayan yaşlı nüfusun büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır. Çoğunluğu nörolojik hastalıklar ya da cerrahî sebeplerle evde bakılan yaşlıların, bu süreçte kendi evlerinde yaşamaya devam etmek ve her evladından eşit yardım almak istediği belirlenmiştir.
  • Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme ve emek-ücret eksenindeki eşitsizliklerin giderilmesi elzemdir. Kadınların ev dışı emeklerinin adalet zemininde karşılık bulması için hak ettikleri terfi süreçlerinin de hakkaniyetle işletilmesi işverenler açısından ciddi bir sorumluluktur.
  • Ülkelerin sığınmacılarla kurduğu ilişki, tek taraflı değildir. Türkiye’nin Suriyeli mülteciler için sunduğu hizmetlerin yanında Suriyelilerin de ülkemize sağladığı katkılar bulunmaktadır. Mültecileri sadece ‘yardım alan taraf’, eğitim ve işsizlik oranlarına olumsuz etken olarak değerlendirmek yerine, karşılıklı alışverişe odaklanarak yapıcı bir ilişkiyi planlamak gerekmektedir. Yatırım yapan pek çok mültecinin, gayri safi milli gelir üzerindeki olumlu etkileri de söz konusudur. Mülteciler için yasal mevzuatın iyileştirilmesi, ilişkilerin düzenlenmesi ve kalıcı çözümler için önem arz etmektedir.
  • Mültecilere yönelik yardım faaliyetlerinde bulunan Kadın STK çalışanlarının, sığınmacılara daha kolay ulaştıkları ve onlarla daha yakından iletişime geçtikleri tespit edilmiştir. Diğer yandan, çoğunun sosyal hizmet eğitimi almamış olması, sosyal devletin sorumluluğundaki “hak temelli” sosyal hizmetlerin oluşumunda bazı problemlerin doğmasına yol açabilmektedir. STK gönüllüsü kadınların çalışmalarının da, ev içi emeğin yok sayılmasına benzer bir görünmezlikle karşılandığı görülmüştür. Sığınmacı politikasına ilişkin STK çalışanları özelinde eğitim imkânları oluşturmak ve buralarda çalışan kadınların işlerini görünür kılmak elzemdir.

Kamuoyuna saygılarımızla bildiririz.

Yazıyı Paylaşın!

Son Haberler

Bültenimize Abone Olun!

Bizi Takip Edin

Go to Top