25 Kasım 2016

Sayın Bakanlar,
Değerli misafirler,
Kadın ve Demokrasi Derneği KADEM’in değerli mensupları,
Hanımefendiler, beyefendiler,
Sizleri sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
2’nci Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nin ülkemiz, milletimiz, kadınlarımız ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Bu zirvenin ilkine de katılmış, kadın sorunları konusunda yeni bakış açılarının önemi üzerinde durarak, KADEM’i, gösterdiği özgün duruş için tebrik etmiştim.
Yine bu yılın Haziran ayında KADEM’in yeni genel merkezinin açılışında, kadın haklarının savunmanın, tüm insanların haklarını savunmak olduğunu özellikle belirtmiştim.
Bugün burada bulunan, dünyanın farklı ülkelerinden bakan, bilim adamı, sivil toplum temsilcisi, akademisyen ve yönetici arkadaşlarımızın her biri, kadın konusunu, kendi bakış açılarıyla değerlendireceklerdir.
Kadın sorunlarının bu zirvede, mültecilerden çalışma hayatına, karar alma mekanizmalarından ayrımcılığa, medyadan hukuka kadar geniş bir alanda, enine boyuna tartışılacağına inanıyorum.
Kadınların sorunlarını çözmeden, dünyaya ve insanlığa dair hiçbir hedefimize ulaşmamızın mümkün olmadığını biliyorum.
Burada ortaya konacak görüşlerin, yapılacak tartışmaların, kadınıyla erkeğiyle, hepimiz için daha adil, daha iyi, daha güzel bir dünyaya giden yolu aydınlatmasını diliyorum.
Şimdiden, bu önemli meseleye vereceğiniz katkıdan dolayı her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Değerli misafirler…
Bizim inancımıza göre insanlık, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hazreti Adem ile Hazreti Havva’dan doğmuş, çoğalmış, bugünkü 7,5 milyarlık nüfusuna ulaşmıştır.
Dikkat ederseniz, ilk erkek olan Adem’i hangi saygı ifadesiyle anıyorsak, ilk kadın olan Havva’yı da aynı ifadeyle zikrediyoruz.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz bizi bir erkekle bir dişiden yarattığını, kendi katında değerli olanın da Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan olduğunu ifade ediyor.
Bakınız burada, erkek kadından veya kadın erkekten üstündür diye bir hüküm yok.
Tam tersine, yaratılışta eşitlik var.
Üstünlük ise sadece Allah’tan sakınmada, yani takvada söz konusu olabiliyor.
Bu açık emir mucibince, kadınları, sadece ve sadece cinsiyetlerinden dolayı tahkir eden her türlü anlayışı reddediyoruz.
Tarihin her döneminde, insanlar çeşitli sebeplerle ezilmişler, haksızlığa uğramışlar, hatta daha kötü muamelelere maruz kalmışlardır.
Bu zulüm kimi zaman kökene, kimi zaman renge, kimi zaman inanca, kimi zaman başka unsurlara dayalı olarak gerçekleşmiştir.
Cinsiyetten kaynaklanan haksızlık ve adaletsizlik ise, tüm bunların üzerinde, dönemler ve toplumlar üstü bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Adaletsizlik, erkek söz konusu olduğunda genellikle emeğin sömürüsü şeklinde gerçekleşirken, kadınlarda çok daha ağır şekilde ortaya çıkıyor.
Yoksulluğun faturası kadına kesiliyor, evdeki mesaisi görmezden geliniyor, işyerinde de cinsiyetinden dolayı ayrımcılığa uğruyor.
Bunların yanında bir de modern kadın prototipi olarak sunulan kadın imajına uymaya çalışmak baskısı ekleniyor.
Bu sömürü, zaman içinde örf denilerek, adet denilerek, töre denilerek adeta kurumsallaştırılmakta, kırılması zor yargılar haline dönüşmektedir.
Onun için, biz kadınlarımızın yükünü hafifletmeyi bir sorumluluk kabul ettik.
Özellikle geçtiğimiz 14 yılda, bu doğrultuda çok ciddi mevzuat düzenlemelerini, uygulamaları hayata geçirdik.
Zirve sırasında bu konuların üzerinde ayrıntılı şekilde durulacağını düşündüğüm için, şimdi detaylara girmiyorum.
Kadın meselesi, son günlerde yoğun bir şekilde tartışılan, yasaların izin verdiği altındaki evliliklerle ilgili düzenleme vesilesiyle, gündemimizde yeniden öne çıktı.
Tartışmalar üzerine dikkatimi çeken bu kanun değişikliği teklifinin, yeterince özenli hazırlanmadığını ve belirsizlikleri sebebiyle istismara açık bulunduğunu gördüm.
Bunun için de toplumsal taleplere karşılık vermek için atılan bu iyi niyetli adımın, maksadının dışında istismarlara yol açmayacak şekilde, daha hassas bir biçimde değerlendirilmesi gerektiğini ifade ettim.
Hükümetimize ve Meclisimize, söz konusu kanun değişikliğinin, mevcut haliyle çıkartılması yerine, daha geniş bir mutabakatla ele alınmasını tavsiye ettim.
Hükümetimiz de bu doğrultuda gereken adımları atarak, değişiklik teklifinin geri çekilmesini kararlaştırdı.

Değerli arkadaşlar…
Siyaset mekanizması ve siyasetçilerin sorumluluğunda faaliyet gösteren kurumlar, elbette sorun çözme yeridir.
Ülkemizde, yasaların izin verdiği yaşın altında evlilikler ve bunlardan kaynaklanan sıkıntılar söz konusuysa, çözümü için gereken adımlar mutlaka atılmalıdır.
Bu adımlar öncelikle, sosyal ve kültürel bilinci artırmaya yönelik olmalıdır.
Şayet kanuni yaş sınırının altında evlilik kültürü mevcutsa, siz istediğiniz kadar kanun çıkartın, istediğiniz kadar ceza verin, bunun önüne geçemezsiniz.
Demek ki, öncelikle toplumda bu yönde bir anlayış değişikliğini yerleştirmek gerekiyor.
Bu görev de, hükümet ve devletle birlikte, sivil toplum kuruluşlarına, medyaya, ailelere düşüyor.
Özellikle altını çizerek ifade ediyorum.
Örflerde, adetlerde, geleneklerde, kadının istismarıyla ilgili ne varsa, bunların hepsinin de aynı zamanda inancımıza, kadim kültürümüze aykırı unsurlar olduğuna inanıyorum.
Bu yanlışları ayıklamak, düzeltmek, değiştirmek hepimizin ortak görevidir.
Yasama, yürütme ve yargı organlarının, sivil toplum kuruluşlarının bu çerçevede her türlü çabayı göstermesi şarttır; öyle yapıldığına da inanıyorum.
Ancak, bunu yaparken, mücadelemizin ilkelerini doğru koymazsak, istismarı özendiren, meşruiyeti baskılayan bir konuma düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız.
Hükümetimizden ve bu alanda çalışan resmi-sivil tüm kurumlarımızdan, kadınlarımıza yönelik adaletsizliklerle mücadele konusunda, öncelikle ilkeleri doğru koymalarını bekliyorum.

Değerli misafirler…
Günümüz dünyasında insanlığını tehdit eden pek çok sorun, pek çok kriz, pek çok sıkıntı var.
Savaşlar, çatışmalar, su ve yiyecek kıtlıkları, göçler, kötü şartlarda kurulan kamplar, büyükşehirlerde ortaya çıkan yığılmalar giderek büyüyen sorunlar haline dönüşüyor.
Aynı şekilde, yetersiz eğitim ve sağlık hizmetleri, ekonomik krizler, sosyal çalkantılar ve diğer pek çok çeşit istikrarsızlık insanlığın geleceğini gölgeliyor.
Bununla birlikte, sorunların mahiyeti ve büyüklüğüyle, bu konuların dünya gündeminde yer alma biçimleri arasında, maalesef, çok ciddi bir tutarsızlık vardır.
Suriye, Irak, Afganistan, Libya, Somali gibi ülkelerde yaşanan çatışmalar, uygulanan zulüm, dökülen kanlar, sadece çıkar kavgaları ve mülteci tehdidi boyutuyla dünyanın gündemine girebiliyor.
Eğer mülteci sorunu söz konusu olmasa, inanın bana, bu ülkelerdeki insani dramların dünyada gündeme gelme ihtimali neredeyse yoktur.
Aynı şekilde, Sahraaltı Afrika başta olmak üzere, dünyanın büyük bölümünde elektrikten, sudan, yeterli gıdadan, her türlü imkandan uzak bir şekilde hayatlarını sürdürmeye çalışan yüzlerce milyon insanın trajedisine kimse dönüp bakmıyor.
Myanmar’da ve dünyanın pek çok yerinde, sadece inançları yüzünden katledilen insanların durumları, bir futbol karşılaşması kadar ilgi çekmiyor.
Derilerinin renkleri, kökenleri, konuştukları dil, hatta giydikleri kıyafet sebebiyle ötekileştirilen, aşağılanan insanlar, bir televizyon dizisi ekibine gösterilen alakadan dahi mahrumdur.
Batıdaki insan hakları savunucularının, çevrecilerin, kadın ve çocuk hakları müdafilerinin, öne çıkardıkları birkaç kareyle dünyayı oyalarken, aynı zamanda, arka planda yaşanan gerçek dramları gizlediklerini düşünüyorum.
Eğer adaletten söz edeceksek, tartışmaya öncelikle, işte buradaki adaletsizlikten başlamak zorundayız.
Mazlumun derdini anlatmayı zalimin insafına bırakmak, kuzuyu kurda teslim etmekten farksızdır.
Sorunun kaynağı olanların bakış açıları ve kavramlarıyla meseleleri tartışmaya başladığımızda, kendimizi, ağaçlarla uğraşıp ormanı gözden kaçıran kişiler olarak buluruz.
Ne diyor Mehmet Akif:
“ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM, ZALİMİ ASLA SEVEMEM;
GELENİN KEYFİ İÇİN GEÇMİŞE KALKIP SÖVEMEM”
Biz, birilerine hoş gözükmek adına, zulmü alkışlayamayız, doğru bildiklerimizi söylemekten geri duramayız.
Dünyadaki adaletsizlikleri, haksızlıkları, yanlışları dile getirdiğimiz için eleştirilmekten korkup susarsak, ecdadımıza da, gelecek nesillere de mahcup oluruz.
“Dünya 5’ten büyüktür” diyerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin mevcut yapısını eleştirirken, mülteci politikaları sebebiyle Avrupa Birliği’ni uyarırken, petrolün insandan daha değerli tutulmasını reddederken, işte bu anlayışla hareket ediyoruz.
Milletimiz ve tüm insanlık adına yürüttüğümüz bu adalet mücadelesinin, şahsımıza ve ülkemize bir bedeli olduğunun gayet iyi farkındayız.
Terör olarak, ekonomik, siyasi, sosyal saldırılar olarak karşımıza çıkan bu bedelleri ödeme pahasına doğru bildiğimiz yoldan dönmeyeceğiz.
Haksızlıklar karşısında susarak coğrafyamıza ve tarihimize sırt çevirmeyeceğiz.
Adalet için, hak için, mazlumlar için, mağdurlar için verdiğimiz mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz.
Biliyoruz ki zafer, teslim olanların değil, sadece mücadele edenlerin ulaşabildiği bir neticedir.
Eskilerin deyimiyle “niyet hayr, akıbet hayr” diyoruz.

Değerli misafirler…
Her zaman ifade ettim, burada bir kez daha tekrarlıyorum.
40 yıllık siyasi hayatımda, giriştiğim her mücadelede, en büyük gücü kadınlardan ve gençlerden aldım.
Şayet, kendi ailem başta olmak üzere, kadınların desteği ve teşviki olmasaydı, bu uzun ve meşakkatli siyasi mücadeleyi bugüne kadar yürütebilir miydim, açıkçası bilmiyorum.
Bunun için, sorumluluk üstlendiğim, yetki sahibi olduğum her yerde, her konumda, kadınlarımızın meselelerinin çözümü için çalıştım, gayret gösterdim.
Belde ve ilçe teşkilatlarından genel merkez yönetim organlarına, belediye başkanlıklarından milletvekilliklerine kadar, siyasetin tüm kademelerinde kadınların yer alması için özel çaba harcadım.
Henüz arzu ettiğim düzeye gelmiş olmamakla birlikte, bu konuda kat edilen mesafenin küçümsenmesine de asla razı olamam.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığım döneminde, kadınlara yönelik sayısız projeyi hayata geçirdik.
Başbakanlığım döneminde de kadınlarımızın konumunu güçlendirmek için, anayasa ve yasa değişikliklerinden, eğitim ve istihdama kadar her alanda, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş reformlar gerçekleştirdik.
Bugün kadınlarımız siyasette, iş dünyasında, sivil toplum çalışmalarında, daha önce hiç olmadıkları kadar aktiftirler.
Hatta, 15 Temmuz darbe girişiminin önlenmesinde en ön saflarda yer alarak, cesaret konusunda da kimseden geri kalmadıklarını göstermişlerdir.
O gece, tankların karşısına dikilen, namluların önüne kadar gelip korkusuzca itirazlarını dile getiren kadınlarımız vardı.
Yeri geldiğinde anne şefkatiyle, yeri geldiğinde anne fiskesiyle darbecileri engellemeye çalışan kadınlarımızın görüntüleri asla hafızalarımızdan silinmeyecek.
Bu vesileyle, “ÖLÜMSÜZLÜĞÜ TATTIK, BİZE NE YAPSIN ÖLÜM” diyerek çıktıkları sokaklarda, meydanlarda darbeciler tarafından şehit edilen 248 kardeşimizi, özellikle de bunların arasında yer alan 11 kadın kahramanımızı rahmetle, minnetle yad ediyorum.
Milletimize ve kadınlarımıza olan borcumuz, 15 Temmuz’da, tarifi mümkün olmayacak bir şekilde artmıştır, büyümüştür.
Bunun için önümüzdeki dönem daha çok çalışacağız, daha çok mücadele edeceğiz, inşallah daha çok netice alacağız.
Özellikle de kadınlarımızın sorunlarının çözümü konusunda yapılan her çalışmanın öncüsü ve destekçisi olmakta kararlıyım.
Sizlerden ricam, lütfen başkalarının sizin için bir şeyler yapmasını beklemeyin.
Siz harekete geçin, beni zaten yanınızda göreceksiniz.
Yeni Türkiye’yi inşallah ülkemizin kadınlarıyla birlikte inşa edeceğiz.
Geleceğin güvenli, huzurlu, adil, müreffeh dünyasını, doğudan batıya, kuzeyden güneye yerkürenin her köşesindeki kadınlarımızla birlikte kuracağız.
Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvelerinin, bu mücadelenin sembolü haline dönüşmesini temenni ediyorum.
Bir kez daha zirvenin, kadınlar ve tüm insanlık için başarılı geçmesini diliyor, sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
Kalın sağlıcakla…

II. ULUSLARARASI KADIN VE ADALET ZİRVESİ
TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN AÇILIŞ KONUŞMASI

Yazıyı Paylaşın!

Son Haberler

Bültenimize Abone Olun!

Bizi Takip Edin

Go to Top