Prof. Dr. Rıza Savaş ile “Kadın ve İslam” üzerine / 28 Eylül 2013

 

Araplar dünyaya kapalı bir millet değildi. Onların inanç ve düşünce yapılarını bir taraftan kendi yaşadıkları coğrafya ve hayat şartları şekillendirirken diğer taraftan çevredeki milletlerle yakın ticarî ve siyasî ilişkileri onlar üzerinde ciddi etkiler bırakıyordu.

İslam, insanların geçmişten tevarüs ettikleri güzel ve faydalı özellikleri sürdürmelerini, bunları daha da geliştirmelerini ve insanın evvela bu dünyada huzur ve mutluluğu yaşamasını ister. İslam’ın, toplumda var olan problemlerin temel sebeplerini bulup bunları çözmenin doğru yöntemlerini ortaya koyduğu ve buna göre çözüm önerilerinde bulunduğu kanaatindeyiz. Toplumsal problemlerin temelinde yanlış inançlar ve yanlış ön kabuller olduğu var sayılarak evvela bu teorik yanlışlar ortadan kaldırılmaya çalışılmış ve Allah inancı, evrenin oluşumu ve bu meyanda insanın yaratılışı gibi temel konulara doğru açıklamalar getirilmiştir diyebiliriz.

İslam’ın, toplumla ilgili yanlışların düzeltilmesinde ortaya koyduğu en önemli kavramlardan biri adalettir. Buna göre zulmün her çeşidi ortadan kaldırılmalıdır.

İnsan, kadın olsun erkek olsun şerefli bir varlıktır. Allah onu mükerrem yaratmıştır. İnsan, bu değerini kendi yapıp ettikleriyle koruyup geliştirebilir ve böylece üstün dereceler elde edebilir.

İnsanın yaratılışı ile ilgili Kur’an’da yer alan ayetlere göre o, dünya gezegeninin toprağından yaratılmış[1] bir varlıktır.

Erkeği ve dişiyi yaratan Allah’tır.[2] Allah dilediği anne ve babaya erkek, yine dilediğine de kız çocuk verir.[3]  Aynı cinsten yaratılan kadın olmadan üreme, yani hayat olmaz.[4] Kız çocuğunu da Allah yarattığı için sevmek ve onun bağışı olarak benimsemek gerekir.[5]

İnsan denince kadın da buna dahil olduğuna göre, kadının da topraktan, yani erkekle aynı asıldan yaratıldığı ifade edilmiştir. Bu husus daha açık bir şekilde şöyle belirtilmiştir: “Size kendi cinsinizden eşler yaratması, Allah’ın ayetlerindendir…”[6] Buna göre Kur’an’da “Nefs-i Vahide (Tek Nefis)” ile ilgili ayetleri[7],  kadının, erkeğin bir parçasından yaratıldığı şeklindeki yorum yerine,  “kadının ve erkeğin bir cinsten yaratıldığı” şeklindeki anlayışı daha doğru kabul ettiğimi ifade etmeliyim. “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve onun cinsinden de eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının…”[8] “Ey İnsanlar sizi bir erkek ve bir kadından yarattık”[9] ayeti de bu görüşü desteklemektedir.

Bu yaklaşımıyla Kur’an, Kadını, erkeğin aşağısında gören anlayışı benimsemediğini ve kadının yerinin erkeğin yanı olduğunu ortaya koyar. Esasen kadınla ilgili Kur’an ayetlerinin tamamında bu anlayışın benimsendiği kanaatindeyiz.

Ku’an, daha dünyaya gözlerini açar açmaz kız çocuklarını horlayan erkekleri sert bir dille kınamıştır.[10] Çünkü kız çocuğunu da Allah yaratmıştır, erkek çocuk gibi o da onun bağışı olarak benimsenmelidir.[11] Çocuğunun kız olmasına sevinmeyenler veya buna üzülenler açık ifadelerle yerilmiştir.

Öte yandan kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlerin bu cinayeti, şiddetli bir tarzda yerilmiş ve bu işi yapanlar sorumlu sayılmıştır.[12]

Cahiliye toplumunda kız çocuğunun istenmemesinin sebepleri arasında bölgedeki hayat şartları, kabile anlayışı, onların savaş ve benzeri alanlarda erkeğe göre daha az iş görmeleri olduğu sayılabilir.[13] Bazı sebeplerle kadını değersiz görmenin toplumun yarısını oluşturan ve hayatın devamı için gerekli olan bir tarafını ihmal etmek anlamına geldiğine Kur’an, değişik vesilelerle dikkat çekmiştir.

Evlenmelerine mani olmayan kadın ve erkeğin beraberliği, aileyi meydana getirir. Kur’an, aynı cinsten gelen ve biri diğerinin eşi olarak yaratılmış bu iki ayrı insandan her birini “zevc/eş” olarak isimlendirmiştir. Bu Yaklaşımıyla Kur’an, kadını erkeğin yanına, yani aynı konuma getirmiştir. İnsanlığın devamı bazı fedakârlık göstermeleri şartı ile kadın ve erkeğin bir araya gelmeleri yani aile kurmaları ile olur.[14]

Kur’an, aile hayatı, kadın erkek ilişkileri, konuyla ilgili anlaşmazlıklar gibi konularda oldukça detaya girer. Bu durumun, kadının o toplumda ciddi haksızlıklara uğradığını ifade ettiği kanaatindeyim. İslam, zulmü kaldırmayı benimsediği için buna göre düzenlemeler getirmiş ve kadın konusundaki cahiliye devrinin yanlış anlayışlarını değiştirme yönünde ciddi adımlar atmıştır.

Kadın hür iradesiyle eşini seçme hakkına sahiptir. Cahiliye devrinde Arap toplumunda kadının bu hakkının çiğnendiğine dair örnekler vardır. Kadın evlenirken olduğu gibi boşanırken de zarar görmemelidir. Kur’an, eşinden ayrıldığı sırada, kocanın ona zarar vererek ve ona haksızlık ederek, onu alıkoymasını yasaklamıştır.[15] Toplum kadın ve erkekten oluşur. Her iki cinste aynı derecede önemlidir.[16]

Kur’an, kadın ve erkeği ayrı birer kişi olarak kabul ederek her birini kendi yaptıklarından sorumlu sayar. Bu bakış açısı, kadına bir kişilik ve kimlik kazandırmayı hedeflemektedir. Adem ve eşi, aynı asıldan gelmiş ve aynı insanî özelliklere sahip olan iki ayrı varlık olarak Cennette oturmaya layık görülmüşlerdir.[17]

Adem’in eşi, ona bağımlı bir varlık değil, ayrı kişiliği ve duyguları olan bir insandır. Ancak onun bu farklılığı, onları birbirilerine düşman kılacak şekilde değil, aksine onları yaklaştıracak özelliktedir. Bu bakımdan her ikisi de uyum içinde yaşantılarını sürdürebilirler.

Allah’ın emirlerine uygun olarak yaşayan kadın da erkek de değer kazanabilir. Eğer bir kadının yaşayışı, erkekten daha iyi ise elbette ondan daha üstün kabul edilecektir. Hem dünyada hem de ahirette yüksek dereceler elde etmenin, çalışmaya bağlı olduğu ve bunun, kadın veya erkek olmakla ilişkisi olmadığı açık bir dille Kur’an’da ifadesini bulmaktadır.[18]

İslam, insanın hem bu dünyada hem de ahirette mutlu olmasının yolunu gösterir ve bunu sağlayacak bir yaşam sürmesini ondan ister. “Erkek veya kadın, kim mümin olarak güzel bir iş yaparsa, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız…..”[19]

Erkeğin kadına göre üstün tarafları olduğu gibi kadının da erkeğe göre üstün tarafları bulunmaktadır.[20]İnsana bu özellikleri veren yaratıcısıdır. Bu, insanın başkalarına zulüm yapmasını böbürlenmesini ve kendini üstün görmesini gerektirmez. Kur’an’a göre Allah insana verdiği bu imkânların şükrünü eda etmelidir. Çünkü insan sorumlu bir varlıktır.

Kur’an, kadına emeği konusunda da haksızlık yapılmaması ilkesi benimsenmiş ve kadının emeğinin karşılığını alma hakkı vurgulanmıştır.[21]

Dönemin önemli probleminden biri olan yetim kızlar ve cariyeler konusunda Kur’an, adil davranılmasını ısrarla istemektedir.[22] Toplumun bu zayıf kesiminin haklarına Cahiliye devri toplumunda yeterli ilgi gösterilmediği ve onların ciddi haksızlıklara maruz kaldıkları anlaşılmaktadır. Esasen Kur’an köle statüsünde olan kimselerin hürriyete kavuşturulması için gerekli düzenlemeleri getirdi. Ancak Hz. Peygamber’den sonra bu konuda kısmen Cahiliye devri uygulamalarına geri dönüldüğü, toplumun ekonomik yönden rahatlaması ve fetihler sebebiyle erkeklerin çokça cariye edinmeye başladıkları ve bunun ailelerde ciddi rahatsızlıklar doğurduğu ve hür kadınların mağdur edildiği anlaşılmaktadır.

Suçsuz kadınlara zina iftirasında bulunanlar dört şahit getiremezlerse cezalandırılır, ebediyen şahitlikleri kabul edilmez, dünya ve ahirette lanetlenirler.  O halde bu konuda yapılan dedikodulara kulak asmamalıdır.[23] Ayrıca kadınlara yapmadıkları bir şeyden dolayı huzursuzluk vermenin iftira ve apaçık bir günah olduğu açıkça ifade edilmiştir.[24]

Cahiliye Arabı’nın, kadınların hayvanlardan yararlanmasını kısıtlamaları konusundaki yaklaşımları kınanmıştır.[25]

Hanımını, annesine benzeterek ondan ayrılan cahiliye Arabı’nın bu tutumu da geçersiz sayılmıştır.[26]Kur’an tarihe mal olmuş kadınlara karşı haksız yere saldırıları da reddetmiştir. Bu cümleden olarak Hz. Meryem, oğlu Hz. İsa’yı babasız doğurmuş ve Hz. İsa dile gelip beşikte annesinin suçsuz olduğunu söylemiştir.[27]

Bize göre Kur’an’ın insanlık tarihi ile ilgili verdiği örneklerde, kadının daha çok suçlanmasını veya aşağı görülmesini gerektirecek hiçbir ayet yoktur. Kur’an’ın sunduğu örneklerde insanlık tarihinde hata yapan erkekler de kadınlar da vardır. Hatta dikkatli bir karşılaştırma yapılırsa, insanlık tarihinde erkeklerin karnesinde daha çok zayıflar bulunmaktadır diyebiliriz. “…Adem Rabbisine isyan etti….”[28] ayeti ve  “Ashabu’l-Uhdud”[29] ile ilgili olarak verilen örnekte zalim erkek yöneticilerden söz edilirken aynı bölgeden iyi bir kadın hükümdardan bahsedilmesi[30] bunun ifadesidir.

Hz. Peygamber’e inanan kadın ve erkekler için istiğfar yapması emredilmiştir.[31] Allah Teâlâ, inanan kadınları, inanan erkeklerden ayrı tutmadan cennetine koyacak ve günahlarını silecektir.[32]

Kur’an’ın verdiği kadın ve erkeklerle ilgili örnekler, Hz. Peygamber devrinde Müslüman kadının şahsiyet sahibi bir fert olmasını ve kişilik kazanmasını sağladı diyebiliriz. Hz. Ömer’in ifadesiyle daha önce hiçbir şey saymadıkları kadın, Hz. Muhammed devrinde ilk vahiyden itibaren erkeğin yanında onunla eşit konumda yerini aldı ve haklarına hep sahip çıktı.

Medine’de Müslüman kadın, artık kimlik sahibi biri olarak ailede yerini alarak daha önceki olumsuzluklarla mücadele etme gücünü gösterebildi. Mucadele suresinin başındaki ayetler, eski anlayışın ürünü olan bir boşama şeklini[33] Hz. Muhammed’le tartışan bir kadının başından geçenleri bize aktarır. Mezkur sureye de bu olaydan dolayı Mücadele adı verilmiştir. Tarih, bu konuda daha başka örnekler de bize sunmuştur.

Kur’an’a göre, kadın ve erkek birbirilerini tamamlayan varlıklar olarak yaratılmıştır. “… Onlar sizin elbisenizdir. Siz de onların elbisesisiniz…”[34] Ayetinden bunu anlıyoruz. Müslüman erkek ve kadın evlenip aile kurarak karşı cinse olan ihtiyacını meşru yoldan karşılar. Kişinin kendi cinsinden biriyle hayatını paylaşması, insanın huzura (sükûn) kavuşmasını ve dostlukların artmasını sağlar. Elbise ile vücudun bütünleşmesi gibi, kadın, erkeği, erkek de kadını tamamlayan bir bütünü oluştururlar.[35]

Cahiliye devriyle ilgili veriler, bu devirde genelde insanların kadın erkek ayırımı yaptıklarını ve kadının aşağılandığını ifade etmektedir. Kur’an, bu tip davranışların toplumlar için birer problem olduğuna yer yer işaret etmektedir. Bu problemlerin bir kısmı o coğrafyanın ve o dönemin meseleleri ise de bunların çoğu her çağın, her coğrafyanın ve her toplumun hastalıklarıdır. Hz. Peygamber dönemi hariç tutulursa bahsi geçen meselelerin önemli bir kısmı, İslam tarihi boyunca bu toplumların da sorunları arasındadır.

Hz. Muhammed’in getirdiği mesaj, kadını erkeğin seviyesine çıkarmayı, onunla eşit haklara sahip bir konuma yükseltmeyi hedefliyordu. Ancak kadın aleyhinde oluşmuş yüzyılların birikimini değiştirmek kolay olmamıştır. Bu iyileştirme adımları çok dikkatli atılmıştır. Çünkü insanların alışkanlıklarından ve kabullerinden vazgeçmeleri kolay değildir.

İslam kadınla ilgili olumsuzlukları ortadan kaldırmak için önemli düzenlemeler getirdi. Hz. Peygamber de uygulamalarıyla bu yanlışları ortadan kaldırmak için çabaladı ve çok önemli adımlar attı. Ancak Hz. Peygamber’den hemen sonra Kadın konusundaki ayet ve hadisler kadın haklarının iyileştirilmesi yönünde kullanılma yerine Cahiliye devri uygulamalarına geri dönme şeklinde gelişti diyebiliriz. Abdullah b. Ömer: “Hz. Peygamber devrinde hakkımızda ayet nazil olur korkusuyla hanımlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan sakınırdık. Hz. Peygamber vefat edince dilimizi ve ellerimizi onlara uzattık”[36] diyerek Hz. Peygamber devrinde kadına haksızlık yapılmasının nasıl önlendiğini ifade etmektedir.

Hz. Peygamber devrindeki bu anlayış, kadınların, kocalarına her konuda boyun eğmemelerini ve zulme karşı kendilerini ifade etmelerini ve haklarına sahip çıkmalarını sağlar. Hz. Ömer, kadınlardaki bu uyanışı Ensâr kadınlarına bağlamaktadır. O, bunu şöyle ifade eder: “Biz Kureyş topluluğu, kadınlardan üstün idik (galiptik). Medine’ye geldiğimiz zaman kadınların Ensâr’a galip olduklarını gördük. Bizim kadınlarımız da onların huyunu edinmeye başladılar…”[37]. Hz. Ömer’in bu tespiti Muhacirûn ve Ensar açısından doğrudur, ancak konuya genel olarak yaklaşıldığı zaman kadınlardaki bu uyanışı ve yanlışlar konusundaki tavırlarını ortaya koymalarını Kur’an onlardan açıkça istemektedir. Mesela Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’den, İslam’ı benimseyen kadınların beiatlarını kabul etmesini istemiştir.[38] Bu ayette görüldüğü üzere, kadınların yanlış gördükleri konularda Hz. Peygamber’e bile bunu söylemelerine işaret edilmektedir.

Her konuda olduğu gibi kadın konusunda da İslam’ın ortaya koyduğu temel ilkeler doğrultusunda en mükemmeli yakalama yönünde adım atılmalıdır.

“Gerçekten bu Kur’an en doğru olana götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.”[39]

Kadın haklarını ihlal yerine daha da geliştirip ileri götürmek bizi Cahiliye döneminden uzaklaştıracaktır.

Kur’an, kadın erkek bütün insanlara gönderilen ilahi bir kitaptır. Kur’an’da, insan mutlak olarak zikredildiği zaman, hem kadını hem de erkeği ifade eder.[40]

Diğer dillerin bazılarında olduğu gibi Arapça’da kadın ve erkeğe yapılan hitaplarda, erkekler için kullanılan kalıplar kullanılır. Mesela, “Ey İnananlar” hitabı her iki cins için ortak kalıptır.[41] Görünüşte erkekler için konulan emirler aynı zamanda kadınları da kapsar. Abdest, namaz, hac, zekat ve oruç gibi emirler, zulüm, şirk, zina ve hırsızlık gibi yasaklar konusunda erkeklere yapılan hitapların kadınları da kapsadığı kesindir. Bazen Kur’an, açık bir şekilde kadınları da zikreder.

 

Eğitimi

Çocuğun eğitimi ve öğretimini anne ve baba, hiçbir ayırım yapmadan yürütmelidir. Çocuklar gelecekte karşılaşacakları tehlikelere karşı hazırlanmalı ve onların bu tehlikelerden korunmaları sağlanmalıdır.[42]

Anne çocuğunu iki yıl emzirir, baba çocuğunun yiyeceğini giyeceğini karşılar.[43] Allah Teala, anneye çocuğuna bu dönemlerde sahip olup koruma ve onu büyütme duygusu vermiştir.[44] Çünkü çocuğun anneye en çok muhtaç olduğu dönem hamilelik ve süt emzirme de dahil 30 aylık bir süredir.[45]

İnananlar, çocuklarının kendileri için bir imtihan olduğunun, eğer onları gerektiği gibi yetiştirmezlerse onların kendilerine düşman olacağının bilincinde olmalıdırlar.[46] Çocuklar, ebeveyni “Allah’ın zikrinden uzaklaştırmamalıdır.”[47]

 

Kadının Psikolojik Yapısı

Kadının erkeğe göre daha çabuk etkilendiği ve bu etkiden erkeğin daha önce kurtulduğu anlaşılmaktadır.[48]Bir sıkıntı ve tehlikeden kurtulma konusunda daha atak olan erkektir.[49] Annenin sezgisinin erkeğe göre daha fazla olduğu ve Allah’ın Hz. Musa’nın annesine ilham anlamında vahiy gönderdiği zikredilir.[50] Yine kadının estetik zevkinin daha güçlü olması sebebiyle süslenmeye karşı meyli olduğu söylenebilir.[51]

 

Giyim

Kadın, vakarlı olmalı, bakışlarını indirmeli, şeref ve namusunu korumalı, süslerini görünen kısımlar hariç ortaya dökmemelidir. Başörtüsünü de bu hedefler doğrultusunda örtmelidir. Bu tarz bir giyimi, kadın yabancı erkeklerin olduğu ortamlarda yerine getirir.[52] Yaşlı kadınlar için bu konuda kolaylıklar getirilmiştir.[53] Hz. Peygamber’in ve müminlerin hanımları, örtülerini vakar ve şereflerini ifade edecek tarzda giyinmelidir.[54] Hz. Peygamber’in hanımları için hicab ayeti gelmiş ve onların erkeklerle perde arkasından konuşmaları istenmiştir.[55]

 

Anne ve Babaya İyi Davranmanın Gereği

Kur’an’da Ebeveyne iyilik etmek, Allah Teala’ya kulluktan hemen sonra zikredilmiştir.[56] Ölmek üzere olan kişi, vasiyetinde ilk sırayı eğer hayatta ise ebeveynine verecektir.[57] Yine kişinin iyilik yapacağı kimselerin başında onlar gelir.[58] Dua eden kimse de kendisinden sonra ilk sırayı ebeveynine verir.[59]

Yaşlanan anne ve babaya iyi davranılması, onların incitilmemesi, onların azarlanmaması ve onlarla konuşulurken ölçülü olunması istenmiştir. Ayrıca onlara şefkatli yaklaşılması emredilmiştir.[60] Ancak Allah’a isyana teşvik konusunda onlara itaat edilmez.[61]

Ebeveyn, çocuğun yetişmesinde sıkıntılara katlanmıştır. Mesela, anne hamileliği sırasında ve çocukluk döneminde çocuğu için pek çok fedakârlıkta bulunmuştur. Bu sebeplerle onlara itaat gerekir.[62] Yahya Peygamber’in övülen iyi özelliklerinden biri de ebeveynine iyi davranmasıdır.[63]

 

İyi ve Kötü Kadınlar

 Cennete iyi kadınlar ve iyi erkekler girecektir ve bunun oran olarak erkeklerden az olduğu konusunda Kur’an’da bir ifade yoktur.[64] Müslüman, mümin taata devam eden, doğru, sabırlı, mütevazi, sadaka veren, oruç tutan, namusunu koruyan ve Allah’ı çok zikreden erkek ve kadınların hepsine Allah mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.[65]

Kur’an, iyi kadınlara tarihten, Firavun’un eşini ve Meryem’i örnek verir. Firavun’u ve “işini” beğenmeyen eşi, bunlardan kurtulmak için Allah’a dua eder. Yine iyi kadınlardan biri olan Meryem, namusunu ve şerefini koruyan, aynı zamanda Allah’a itaat eden bir kadındır.[66]

İnananlar, birbirlerinin dostlarıdır ve birbirlerini uyarırlar.[67] Müslümanların cennete eşleriyle beraber gireceklerini[68] belirten Kur’an, takva sahibi olan kişinin değerli sayılacağını açıklayıp[69] bu konuda genel bir ilke ortaya koymuştur.

Zarara uğrayan kadınlardan bazıları, erkekler tarafından bu yanlışlığa sürüklenmiştir diye biliriz.[70]Kur’an’ın kötü kadınlar listesinde gösterdiği Ebu Leheb’in hanımı Hz. Peygamber’e eziyet için odun taşıyordu. Bu kadın, cezasını cehennemde çekecektir.[71] Yine aynı listede yer alan üfürükle sihir yapan kadınların şerlerinden Allah’a sığınmak gerekir.[72]

İnsanların iğvasıyla hem inanan erkekler hem de kadınlar fitneye düşebilir.[73]  Hz. Adem ve eşi yasağı beraber işlediler.[74]

Hz. Nuh ve Lut’un eşleri, kendilerine inanmadılar ve cehennemi boyladılar.[75]

Hırsızlık yapan erkek ve kadına ceza eşit şekilde verilir, tevbe ederlerse Allah tevbelerini kabul edecektir.[76]Kadınlar birbirlerini alaya almamalıdır.[77]

Allah ve Rasulü’nün koyduğu hükümlerde ne erkeğe ne de kadına muhayyerlik tanınmamıştır.[78]

Allah, münafık ve müşrik erkek ve kadına azap edecektir, mümin erkek ve kadına ise mükafat verecek ve tevbelerini kabul edecektir.[79]

 

Fuhşun Önlenmesi

Kur’an’a göre, kişinin, kendi eşi dışında başkasıyla cinsel ilişki kurması zina sayılır.[80] Zinaya yaklaşılmaması istenmiştir. Çünkü bu kötü ve çirkin bir fiildir.[81]

Hz. Peygambe devri toplumunda “dünya hayatı menfaatleri” için cariyelerini fuhşa zorlayanlar uyarılmış ve bu yasaklanmıştır.[82]

Fuhuştan korunmanın en iyi yolu, insanın “Rabbisinin delilini görmesi”[83], yani eğitimdir.

 Cinsel sapıklıklar yasaklanmış ve cezalar getirilmiştir.[84] Çünkü bu tür ilişkilerden Livata, Lut kavminin yok olmasına sebep olmuştur.[85] Diğer taraftan Kur’an, meşru olan cinsel yaşamı teşvik etmiştir.[86]

Evlilik

Kadın, erkek için dünya hayatının en güzel nimetlerinden biri kılınmıştır.[87] Kadın için de erkek cazibeli yaratılmıştır. Erkeğin cazibesine kapılan kadının, ne yaptığının farkında olmayışına Kur’an’da örnekler verilmiştir.[88]İslam, evliliğin kolaylaştırılmasını ister.[89]

Kur’an, Müslümanlara, bekârları, köle ve cariyeleri evlendirmeleri emrini vermektedir. Bu konuda fakirlik, bahane edilmemelidir.[90]

Müslüman erkek, hoşuna gitse de müşrik kadınla ve yine müslüman kadın, müşrik erkekle evlenemez.[91]Bundan başka yine Kur’an, kimlerin birbirleriyle evlenemeyeceklerini açık bir tarzda ortaya koymuştur.[92]

Mümin hem kendisini hem de ailesini ateşten korumalıdır.[93] Onların kendisine düşman olmalarından sakınmalıdır.[94] Kur’an’a göre karı-koca ilişkileri, sevgi ve hoşgörüye dayanmalıdır.[95]

Cinsel beraberlik, evli olan çiftlerin sağlıklı ilişkilerinden kabul edilir.[96] Erkek hanımıyla beraber olmamaya ancak dört ay yemin edebilir.[97] Ters ilişki ve hayızlı kadınla cinsel beraberlik yasaklanmıştır.[98]

Kur’an evlilikle kurulan aileyi, sevgi, rahmet ve huzur kaynağı sayar. Bunu zedeleyecek davranışlardan kaçınmak gerekir.

Çok eşlilik ve ailede adaleti yerine getirememek, sevgi ve saygıyı zedelememelidir.[99]

Kur’an, aile reisliği hariç, kadınların da erkekler gibi aynı haklara sahip olduklarını açıklar.[100] Çiftlerden hiçbiri, yuvaya zarar verecek davranışta olmamalıdır. Mesela aile arasında kalması gereken sırlar dışarı yansıtılmamalıdır.[101]

Kur’an’da, erkek ve kadının geçimsizlik çıkarması nüşûz (dik başlılık) olarak ifade edilmiştir. Nüşuzu çıkaran kadını kocası uyarır, sonra onu yatakta yalnız bırakır.[102] Eğer kadında düzelme olmaz ve büyük bir anlaşmazlık çıkarsa iki taraftan birer hakem görevlendirilir ve problem çözülür. Çünkü anlaşmayı istemeleri halinde Allah Teala’nın bunu sağlayacağı açıklanmıştır.[103] Koca, nüşuz yapar ve yüz çevirirse aralarını düzeltmeleri anlamında her iki taraf için barış hayırlıdır.[104] Eşini zina ile suçlayan, “mülaane” yoluyla ondan ayrılır.[105]

Nikahtan sonra kocasıyla beraber olmamış kadın boşanırsa onu iddet bekleme zorunluluğu yoktur, kocası ondan güzellikle ayrılır. Ayrılmış eşler, eğer uygun görürlerse yeniden birleşirler.[106]

 

Hz. Peygamber’in Evlilikleri

Hz. Peygamber, yaklaşık otuz sekiz yıllık evlilik hayatının yirmi beş yılını tek eşli yaşamıştır. Nefsini karşılıksız olarak Hz. Peygambere hibe eden kadınlarla evlenme yetkisi sadece ona verilmiştir. Ayrıca onun, amca, hala, teyze ve dayı kızları ile evlenebileceği ayeti geldikten sonra[107], hicretin ikinci yılından sekizinci yılına kadar altı yıllık süre içinde çok eşli bir hayat yaşadı. Bunun en önemli sebeplerinden biri oluşan İslam karşıtı bir bloklaşmayı önlemektir. Bu da başarılmıştır. Artık Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber’e evlilik yasağı gelmiştir.  Güzellikleri hoşuna gitse de Hz. Peygamber’in evlenmemesi istenmiştir.[108] Bu muhtemelen Hz. Peygamber’e bu konuda yapılan baskıları kırmayı sağlamıştır. Hz. Peygamber’in eşleri müminlerin anneleridir.[109] Kimse onlarla evlenemez.[110] Hz. Peygamber’e eşlerinden dilediğini yanına alıp dilediğinden ayrı kalma hakkı verilmiştir.[111]

Hz. Peygamber eşlerine eğer isterlerse dünya hayatıyla ilgili isteklerini yerine getirmesi ve serbest bırakması bildirilmiştir.[112] Hz. Peygamber’i bu konuda tenkit edenlere cevap olarak daha önceki peygamberlere de eşler verildiği[113] hatırlatılmıştır.

Hz. Peygamber’in eşleri diğer kadınlar gibi değildir. Kalplerinde hastalık olanlar, dikkate alıp söze dalmamaları ve maruf söz söylemeleri, evlerinde oturmaları, ilk cahiliye dönemi kadınları gibi açılıp saçılıp süslerini gösterip dolaşmamaları yanında yine onlardan Kur’an-ı ve “hikmeti” müzakere etmeleri istenmiştir.[114] Onun hanımlarından bir şey isteyen erkekler, bunu perde arkasından gerçekleştirmelidir.[115]

Hz. Peygamber’in, eşlerini hoşnut etmek için kendisine helal olan şeyleri haram kılması uygun bulunmamıştır.[116]

 

Cariyelik

Kur’an, toplumdaki cariyeliği ve köleliği eritmeyi hedeflemiştir. Nitekim bunu sağlamak için hürlerin onlarla evlenmesi teşvik edilmiştir. Bu cümleden olarak cariyenin hor görülmemesi, onların iffetli olmaları, zina etmemeleri ve gizli dost edinmemeleri için aile yuvası kurmaları uygun görülmüştür.[117]

Kur’an, köle ve cariyelere iyilik yapmayı emreder.[118] Yine Kur’an’a göre, yanlışlıkla bir insan öldüren kimse, ceza olarak bir köle veya cariyeyi hürriyete kavuşturur.[119]

Firavunun, İsrail oğullarının erkek çocuklarını öldürüp kızlarını sağ bırakmaları kınanmıştır.[120] Çünkü bu bir bakıma kadını cariye haline getirme anlamına gelmektedir. Cariyeler, zinaya zorlanmamalıdır.[121] Zihar[122] yapan erkeklerin köle veya cariye azat etmeleri[123] istenerek yukarıda belirttiğimiz hedefe katkıda bulunulmuştur. Kur’an cariye ve kölelerin şu yollarla hürriyete kavuşturulmasını ister:

1. Yemini bozan[124]

2. Zihar yapan[125]

3. Yanlışlıkla adam öldüren[126]

4. Doğruya ulaşmak isteyen[127]

5. Anlaşma yaparak hürriyete kavuşmak isteyenlere yardım[128]

6. Cariyelerle evlenmek teşvik edilmiştir.[129]

7. Köle ve cariyelerin evlendirilmesi emredilmiştir.[130]

8. Zekatın harcanacak yerlerinden biri de köle azadıdır.[131]

9. “Köleler uğrunda mal harcamak”[132]

10. Köle ve cariyelere iyilik etmek.[133]

Kadının Ekonomik Hakları

Kur’an’a göre kadın, emeğinin karşılığını alma hakkına sahiptir.[134] Kur’an’da kendilerinden ve yaptıkları işten övgüyle bahsedilen yaşlı bir babanın iki kızı, hayvanlarını sularken Hz. Musa bu kızlara yardım eder.[135]İnsanlar arasında hiçbir ayırım yapmadan herkesin çalışmasının karşılığını hem bu dünyada[136] hem de ahirette[137]göreceği açık bir dille belirtilmiştir.

Erkek gibi zengin kadın da, mali ibadetlerden sorumludur. Bu da onun ekonomik kimliğinin tanınmasının bir başka ifadesidir.

Evlenen kadının geçimi, yani barınması, yemesi, içmesi, giyimi ve diğer masrafları çevre şartlarına göre koca tarafından karşılanmalıdır.[138] Erkeğin kavvamlığı ve bir derece üstün olmasının anlamı da budur.

Evlenen erkek, hanımına mihir denilen bir para veya onun yerini tutacak bir şey vermelidir.[139] Erkek eşine verdiği parayı geri almamalıdır.[140] Hz. Musa’nın eşine mihrini sekiz yıl çalışarak ödediği zikredilmiştir.[141]

Kadın da mirastan pay alır.[142] Kadının mirasta ki payları mali konulardaki haklarıyla beraber düşünülmelidir.[143] Boşanan kadından kocası, verdiği malları geri almamalıdır.[144]

Nikahtan hemen sonra ve zifaftan önce ayrılan erkek, ayrıldığı eşine mihrin tamamını vermesi takvaya daha yakın sayılmış bunu yapmayanların ise mihrin yarısını vermeleri istenmiştir.[145]

Boşanmış kadının örfe ve çevre şartlarına göre geçiminin sağlanması hakkı vardır.[146] Eşini boşayan erkek, onu evinin bir yerinde barındırır. Onu sıkıştırıp gitmesini sağlamak için zarar vermeye kalkması yasaklanmıştır. Eğer hamile ise, doğum yapana kadar nafakasını koca verir. Çocuğu emzirirse bunun ücretini de koca verir. Kadın istemezse başka bir kadın, çocuğu emzirir.[147] Koca bunları gücü ölçüsünde yapar. [148] Kocası ölen kadını, kocanın yakınları dışarı atamazlar, onun kocasının mallarından bir yıl faydalanma hakkı vardır ve ayrıca kocasının mirasından da pay alır.[149]

 

Siyasi Alanda Kadın

Kur’an, Sebe’ devletinin bir kadın hükümdarından, onun büyük imkan ve ihtişama sahip olduğundan bahsetmektedir.[150] Bu kadının seçkin bir danışma heyeti olduğu ve onlarla devlet idaresiyle ilgili konuları görüştüğü de anlaşılmaktadır.

Bu kadının, Hz. Süleyman’la mektuplaşmasından ve siyasi ilişkilerinden bahseden Kur’an, çevresinin savaş yanlısı olmasına rağmen o, bunu kabul etmez ve Hz. Süleyman’la görüşür ve Müslüman olur.[151] Buna göre; kadın, idarecilik konusunda erkekle aynı haklara sahiptir.[152]

Allah Teala, Hz. Peygamber’e, İslam’ı benimseyen kadınların biatini kabul etmesini şöyle emreder:

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Ey Peygamber! Mü’min kadınlar,

1-   Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak,

2-   Hırsızlık yapmamak,

3-   Zina etmemek,

4-   Çocuklarını öldürmemek,

5-   Elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek,

6-   Hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda

sana biat etmek üzere geldikleri zaman, onların biatlarını al ve o kadınlar için Allah’tan bağışlama dile. Gerçekten Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.[153]

Müslüman kadınların Hz. Peygamber’e gelip biat etmeleri, bir manada onun yönetimine katıldıklarını ve onu tasvip ettiklerini ifade eder.

Mücadele suresinde Hz. Peygamber ile tartışmaya giren kadın, bu görüşü yüzünden hiç de yerilmemiş hatta kadının görüşü istikametinde onu destekler mahiyette ayetler gelmiştir.[154]

Kur’an’da sadece bir yerde iki kadının, bir erkek yerine şahitliği konusu, kadının ilgilenmediği ve hata yapma ihtimalinin bulunduğu bir alanda olmuştur.[155]

“Kur’an’da kadın” konusunda sünnet devre dışı bırakılmamalıdır. Sünnet ışığında Kur’an-ı yorumlama yerine, Kur’an ışığında sünneti yorumlamalıyız. Kur’an esas olmalı, onu anlamada sünnet yardımcı yapılmalıdır.

Kur’an’a ters sünnet olmaz. Ancak Kur’an’da bulunmayan farklı yaklaşımlar sünnetten çıkarılıyorsa, bu konuda dikkatli olunmalıdır.

1-   Mesela; Kadının aklının ve dininin noksanlığı,

2-   Kadının devlet başkanlığı gibi bazı önemli görevleri yapamayacağı,

3-   Cehennemliklerin çoğunun kadın olması ve

4-   Kadın’ın Allah’a itaattan sonra kocasına itaat etmesi gerektiği gibi konularda

Kur’an’da bulunmayan ve hadislerden çıkarılıp oluşturulan fikirler konusunda Müslümanların çok dikkatli yorumlar yapmaları gerekir.

Çünkü bize gelen hadislerin içinde mana ile nakledilmiş olanlar vardır. Lafzen zaptı mümkün olanlar ise tırnak içinde bize gelmiş rivayetlerdir. Bunların yorumları uzman ilim adamları tarafından yapılmalıdır. Bu konularda yapılan akademik çalışmalar, bize ışık tutmaktadır. Bunların sayısının ve kalitesinin artırılması gerekir.

Cahiliye dönemindeki kadınlarla ilgili olumsuzlukların, Hz. Peygamber devrinde kaldırılmaya çalışıldığını ve çağı ile geçmişi dikkate alındığında, kadınlar lehine son derece önemli değişme ve gelişmelerin kaydedildiğini söyleyebiliriz.

Bir kere Kur’an, insanların bir ana ve babadan geldiğini bildirerek onların eşit olduğunu belirtmiştir. Cariyelerin hürriyete kavuşturulması konusunda Kur’an’da pek çok emir ve tavsiyeler bulunmaktadır. Konuyla doğrudan ve dolaylı olarak ilgili olan ayetler incelendiği zaman, onların her fırsatta hürriyete kavuşturulmaları gereğine dikkat çekildiği görülür. Hz. Peygamber’in uygulamalarının da bu istikamette olduğu, gösterilen örneklerle ortaya konmuştur. Bunlardan çıkarılacak sonuç bizce şudur: Cariyelik ve esaret geçici bir durumdur. Asl olan insanların hür ve serbest olmalarıdır. Kur’an, indirildiği çağın toplumunda bulduğu bu problemi çözmek için çok iyi bir adım atmış ve bu konuda önemli esaslar koymuştur. Fakat Hz. Peygamber devrinden sonra, İslâm Tarihinde, İslâm’ın hiç de tasvip etmediği tarzda cariyeliğin sürdürülmesi anlayışının, toplumu yine esir aldığı söylenebilir.

Kur’an’ın kadına verdiği en önemli hakların başında, ona tam bir kişilik kazandırması gelir. Kadın, bir insan olarak yapacağı iyi ve kötü işlerin sorumluluğunun kendisine ait olacağı bilincine kavuşturulmuş ve ona bağımsızlık kazandırılmıştır. Meselâ, kadın istemediği bir erkekle evlenmeye zorlanamaz ve onun adına bir başkası karar veremez.

İslâm’ın kadına erkeğin yarısı kadar değer verdiği şeklindeki düşünceler yanlıştır. Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamber’in uygulamaları dikkatle incelendiği zaman, kadının erkeğin yarısı kabul edilmesiyle ilgili bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber devri kadınlarının genelde ilgilenmediği borç alıp verme konusunda, eğer kadına şahitlik görevi verilecekse, bunun tek bir kadın üzerine yüklenmemesi, bir erkekle beraber iki kadının şahitliği istenmiştir. Buna dayanarak kadının aklının noksanlığını veya erkeğin yarısı kadar değer verildiğini savunmak yanlış olur. Çünkü bazen tek kadının şahitliği de geçerli sayılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber’in, emzirme konusunda tek kadının şahitliğini kabul ettiği bilinmektedir. Bu sebeple İslâm âlimleri, kadınları ilgilendiren konularda tek veya iki kadının şahitliğinin geçerli olduğunu söylemişlerdir. Hatta eş-Şâfiî, böyle bir sınırlama koymadan Hz. Peygamber’in hanımlarından sadece birinin bildireceği bir haberi kabul eder. Binaenaleyh Kur’an incelendiği zaman, kadının aklının noksanlığı konusunda hiçbir ifade bulunmadığı anlaşılır. Ancak bu görüşe ters düşen bazı hadislere de rastlanmaktadır. Bu neviden menfi görünüşlü hadislerin, her şeyden önce sebeb-i vürudları iyi bilinmemektedir. Bu da onların olaylar ve şartlara göre yorumlarını ya güçleştirmekte yahut da râvîlerin mîzac ve temayülleri istikametinde şekil kazanmalarına sebep olmaktadır.

Kesin bildiğimiz husus şudur ki, Hz. Peygamber, kadınları ikinci plâna atmak yahut dikkate almamak şöyle dursun, onların görüşlerine de erkeklerinki kadar değer vermiştir. Siyâsi tutukluların affı için aracılık yapan kadınların bu isteklerini yerine getiren Hz. Peygamber’in, bazen de kendi hanımlarının fikirlerine göre hareket ettiği mevcut bilgilerimiz arasındadır.

Hz. Peygamber devri kadınları, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in onlara olumlu yaklaşımı sayesinde kadın hakları konusunda duyarlı hale gelmişlerdir. Erkeklerin tahakkümlerine başkaldırıp ezilmekten kurtulmak için çaba gösteren kadınlar, her zaman Hz. Peygamber’den destek görmüşlerdir. Hem toplum hayatında hem de aile içinde kadın haklarına tecavüze göz yumulmamış ve kadın erkeğe, erkek de kadına ezdirilmemiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber devri kadınları, bazen münferit olarak bazen de toplu halde, kadınları ilgilendiren konularda Hz. Peygamber’e başvurmuşlar ve isteklerini büyük ölçüde gerçekleştirmişlerdir.

Hz. Peygamber devrinde kadın, hayatın içindedir. Çalışma, ticaret, siyaset ve savaş gibi konularda erkeklerin yanı başında yer alan kadınlar bulunmaktadır. Durumu uygun olan kadınlar, Cuma ve bayram namazları da dahil, Hz. Peygamber’le beraber erkekler gibi namaz kılmışlar, mescit ve musallada Hz. Peygamber’in kendilerine özel vakit ayırmasını sağlayarak eğitim ve öğretim konusunda erkeklerden geri kalmamışlardır. Bunun sonucu Hz. Peygamber devri toplumunda erkeklerle tartışabilen, onların yanlışlarını çekinmeden ortaya koyan ve Müslümanlara yol gösteren büyük kadın alimler yetişmiştir. Burada, İslâm dünyasında ilmî tenkitçiliğin başlamasına öncülük ettiğini söyleyebileceğimiz Hz. Âişe’nin ismini hatırlatmadan geçemeyiz. Hz. Peygamber’den sonra bilhassa kadın hakları konusunda Hz. Âişe ve Ümmu Seleme titiz davranmışlar ve hem erkeklere hem de kadınlara İslâm’ın doğru aktarılmasında son derece önemli hizmetler yapmışlardır.

Hz. Peygamber’in hanımları, halifelerin, valilerin, ilim adamlarının ve kısaca ihtiyaç duyan herkesin başvurduğu danışmanlar olarak uzun yıllar toplumda önemli bir yere sahip olmuşlardır.

Kadınlarla ilgili ayet, hadis ve haberleri bize aktaran ravî, yorumcu ve yazarların, genelde erkek olmaları veya kadınlar konusunda menfî fikirlere sahip bulunmaları ya da içinde bulundukları şartların etkisi sebebiyle kadınlar aleyhine yorumlar yaptıkları anlaşılmaktadır. Başta Hz. Âişe, Ümmu Seleme ve Hz. Peygamber’in diğer hanımları olmak üzere sahabî kadınlar, hayatta oldukları müddetçe buna karşı durmuşlardır. Daha sonra az da olsa bu kadınların kız öğrencileri bu tutumu bir süre daha sürdürmüşlerdir. Fakat bundan sonra bu konuda bir çaba olduğu söylenemez.

Mesela Hz. Ömer’in Müslüman oluşu sıralarında, İslâm’a o zamana kadar giren kadınların sayısı erkeklere göre çok az gösterilmiştir. Halbuki bu kadınların sayısının gösterilen rakamın üzerinde olduğunu aynı kaynaklardan çıkarabilmekteyiz. Hatta bu rakamın erkeklerden de çok olduğu kanaatindeyim.

Kadınlar hakkında kaynaklardaki rivayetler değerlendirilirken, Kur’an’ın indirildiği dönemde bile insan haklarına verdiği önemle beraber, kadınlara tanıdığı haklar dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in uygulamaları ve konuya yaklaşımı da çok dikkatli bir şekilde değerlendirilerek hesaba katılmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber devrinden sonra kadınlar hakkında, maalesef menfî düşüncelerin oluşmasına engel olunamamıştır.

Hz. Peygamber devrinde kadının toplumda elde ettiği bu olumlu çizgi onu örnek alan halifeler döneminde de büyük ölçüde korunmuştur. Kadınların Raşid Halifeler Devrinde en büyük destekleri Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber dönemi uygulamaları olmuştur. Erkeklerle yaptıkları hak mücadelesinde Hz. Peygamber’den örnekler vererek kendilerini savunan kadınlar erkeklerin bazı engellemelerini bu şekilde aşmışlardır.

Kadının fikri konularda öne çıkmasını engelleme çabaları bulunmamakla birlikte bunun çok olumlu karşılandığı da söylenemez. Bu devirde kadının sosyal güvenliği konusunda olumlu gelişmeler olmuştur. Bilindiği üzere fetihler İslam toplumunu ekonomik yönden refaha kavuşturmuştur. Bu kadınların sosyal güvenliğinin de iyileşmesine sebeb olmuştur. Mesela Hz. Peygamber’in eşleri, halifeler de dahil olmak üzere en yüksek derece de devletten maaş alan görevlilerden daha çok yıllık atiyye alıyorlardı.

Kadın-erkek ilişkilerinde Raşid Halifeler devri dikkate alındığı zaman halifelerin anlayışlarına göre bazı farklılıklar görülmüştür. Hz. Ömer, Hz. Peygamber devrinden itibaren bu konuda kadınlara bazı sınırlamalar getirilmesini istemiştir. Kendi hilafeti döneminde kadınların mescid’e gitmeleri konusunda bazı yeni uygulamalar getirmiştir.

Kadınlara özel bir kapı tahsisi: Hz. Ömer’in yaptığı yeniliklerden biri de mescidde kadınlara ayrı bir kapı tahsis etmesidir. Hz. Ömer bu kapıdan erkeklerin girmesini yasaklar[156].

Hz. Peygamber devrinden itibaren mescide rahatça gidip erkeklerle ibadet eden kadınların, daha sonraki dönemlerde bazı sınırlamalarla karşılaştıkları anlaşılmaktadır. Gelen rivayetlerde, mescidde biraraya gelen kadın ve erkeklerin, namazdan önce veya sonra birbirleriyle rahatça konuştukları belirtilmektedir. Bir defasında erkeklerle konuşmaya dalıp sohbeti koyulaştırınca Hz. Ömer’in kadınları mescidden çıkardığı rivayet edilmektedir[157].

Emeviler devrinde de daha önceki dönemlerde olduğu gibi, mescitler kadının eğitim ve öğretimi konusunda önemli fonksiyonlar icra etmiştir. Hz. Peygamber devrinde mescidin kadınların eğitim ve öğretimi için önemli bir mekan olduğu dönemin kaynaklarında dikkati hemen çekecek kadar sıkça görülür. Raşid halifeler devrinde bu konuda az da olsa bazı kısıtlamalar getirildiği söylenebilir. Bu engellemelerin Emeviler devrinde de aynen sürdüğü anlaşılmaktadır.

Emeviler devri önemli alimlerinden sayılan Yahya b. Said, Hz. Aişe’nin en önemli kadın öğrencilerinden biri olan Amra bint Abdirrahman’dan naklettiği bir rivayette, Hz. Aişe, Amra’ya; “Hz. Peygamber, kadınların ihdas ettiklerini görseydi elbette onları mescitlere gitmekten men ederdi…”[158] der. Emeviler devrinde ağır basan görüşün bu olduğu düşünülebilir. Yaklaşık olarak hayatının son on beş yılını Muaviye devrinde geçiren Hz. Aişe’nin konuyla ilgili görüşünü bu rivayete dayandırmak yanlış olur. Bu rivayeti doğru kabul etsek bile Hz. Aişe’nin, burada kadınları mescide gitmekten uzak tutmaya değil, onların yaptıkları yanlışlara dikkat çekmiş olduğu ve onları bu yanlışlardan sakınmaya teşvik ettiği söylenebilir.

Hayatının önemli bir bölümünü Emeviler devrinde geçiren ve Abdulmelik devrinde 74 h./693 m. Tarihinde vefat eden[159] Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’i en iyi tanıyanlardan biridir. Onun, kadınların mescide gitmeleri konusunda kendi çocuklarıyla tartıştığı anlaşılmaktadır. Emeviler devri ünlü alimlerinden İbn Şihab’ın, Abdullah b. Ömer’in oğlu Salim’den naklettiği bir rivayete göre, Abdullah b. Ömer; “Rasulullah’ın şöyle dediğini duydum: Kadınlar mescidlere gitmek için sizden müsaade isterlerse onları mescitlerden men etmeyiniz” der. Bilal b. Abdillah[160], “Vallahi biz kadınları, mescitlere gitmekten elbette men edeceğiz” der. Olayı bize rivayet eden Salim şöyle söyler: “Bunun üzerine Abdullah b. Ömer, Bilal’e döndü ve daha önce onun ağzından asla duymadığım çok kötü bir üslupla ona sövdükten sonra şöyle dedi: Ben Rasulullah’ın bu konuda dediklerini naklediyorum, sen kalkıp; “Vallahi biz kadınları, mescitlere gitmekten elbette men edeceğiz” diyorsun.”[161]

Ramazan ayında teravih namazı için onlara ayrı bir imam tayini ve Mescid’de namaz dışında kadınların bulunmaması gibi düzenlemeler yanında kadın ve erkeklerin aynı havuzdan abdest almalarına da yasak getirmiş olması gibi hususlar Hz. Ömer dönemde görülen uygulamalar arasındadır.

İslam toplumunda kadın ve erkeğin biraya geldiği yerlerin başında ibadet mahalleri gelmektedir. Müslüman toplumların bulunduğu hemen her yerde mescit ve camiler toplu ibadetlerin yapıldığı yerlerdir. Kaynaklar Hz. Peygamber devrinde kadın ve erkeklerin bu gibi yerlerde bir araya geldiklerini nakletmektedir. Mesela kadın ve erkeklerin Hz. Peygamber devrinde beraberce abdest aldıkları yerlerden bahsedilmektedir.[162] Abdurrezzak’ın kaydettiği bir rivayete göre Hz. Ömer bir havuza uğrar, orada kadın ve erkeklerin beraberce abdest aldıklarını görünce onlara kırbaçla vurmaya başlar. Sonra da havuzun sahibine dönen Hz. Ömer; “bir pınar erkeklere bir pınar da kadınlara yap” der. Bu yasağı koyduktan sonra Hz. Ali’nin de bu konudaki fikrini sorar. Hz. Ali, kendisinin idareci olarak böyle bir yasağı koymaya hakkı olduğunu söyler[163].

Hz. Ömer’i bu ve benzeri konularda yeni bazı düzenlemeler almaya yönelten sebep, onun toplumda gördüğü kadın-erkek ilişkileri konusundaki olumsuzluklar olabilir.

Hz. Peygamber devrinden sonra Arap toplumunun kadınlarla ilgili Cahiliye düşüncelerinden bazılarına yeniden dönüş yaptıkları anlaşılmaktadır. Bunu yapanlar yaptıklarının Cahiliye anlayışı olduğunu bilmeden yapmışlardır. Hatta bu, bazen İslam adına da yapılmıştır. Bu hususun Raşid Halifeler devri ile sınırlı kalmaması ise çok daha kötü sonuçlar doğurmuştur. Kişilerin bu konulardaki yaklaşımları bazen dini nasmış gibi algılanmıştır. Tabiun’dan bazılarının Sahabenin kadınlarla ilgili yaklaşımlarını bize aktarırken, bunun sanki Hz. Peygamber’in anlayışı imiş gibi aktarmaları işi bazen çıkmaza sokmuştur. Sahabî olan kişi Hz. Peygamber’den bir hadis aktardıktan sonra onunla ilgili kendi düşünce ve yorumlarını anlatırken muhtemelen dinleyenlerden bazıları bunların çoğunun Hz. Peygamber’e ait olduğunu zannederek sonrakilere aktardıklarına kaynaklarda örnekler bulunmaktadır. Bunlardan tesbit edilenler konusunda fazla bir sıkıntı bulunmamakla birlikte tesbit edilemeyip hadis diye kitaplara girmiş olan rivayetler ise araştırıcıları sıkıntıya sokmaktadır. Hz. Aişe’nin çabaları olmasaydı bu tip yanlışlıklar daha da çok olacaktı. Hz. Aişe’nin; “Bu Cahiliye Döneminde böyleydi” diye uyardığı büyük sahabiler bulunmaktadır. Ebu Hureyre, Hz. Ömer, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas gibi Hz. Peygamber’e en yakın olan kişilerin hadis diye aktardıkları bazı rivayetlerin hadis olmadıklarını ve yanlış anladıklarını Hz. Aişe söylemiştir. Bununla ilgili daha geniş açıklamalar ez-Zerkeşi’nin; “el-İcabe li İradi Mestedrekethu Aişe Ale’s-Sahabe” adlı kitabında bulunmaktadır.

Raşid Halifeler Devrinde kadını sosyal alanda önemli faaliyetler içinde görmekteyiz. Mesela ticari konularda faaliyetlerini gördüğümüz kadınların başka alanlarda da çalışmalarına şahid olmaktayız. Hz. Ömer’in çabalarıyla cenaze törenlerinde aşırılık yapanlar engellenmişlerdir. Ancak bu törenlere kadınların iştiraki de büyük ölçüde azalmıştır.

Eğitim ve öğretim konusunda kadınların bu dönemde de iyi durumda oldukları söylenebilir. Bu dönemin eğitim ve öğretimine damgasını vuran Hz. Aişe’nin altmıştan fazla kadın, iki yüzden fazla da erkek öğrencisi olmuştur. Bilindiği gibi bu devirde sistematik eğitim ve öğretim kurumları bulunmamaktadır. Bu iş için mescidler ve bilgi sahibi olan kimselerin evleri okul gibi hizmet vermiştir. Bu dönemde yetişmiş önemli kadın şairler ve kadın hatipler edebiyat kitaplarında yerlerini almışlardır.

Evlilik hayatıyla ilgili olarak kadının, eşini seçme konusunda, fikrini sorma işi biraz gevşemiş, bu konuda veli ön plana çıkmıştır. Evlilikte küfüv (denklik) gündeme gelmiş, başlangıçta çok olumlu görülen bu anlayış, sonuçta sanki evlenen için gerekli şartlardan biri imiş gibi algılanmıştır. Kitap ehlinden olan kadınlarla yapılan evlilikler, yeni bir nesil meydana getirmiştir. Anneleri gayri müslim olan bu grup bazı konularda İslam toplumu için tehlikeler arz etmeye başlamıştır. Fetihler sebebiyle kadın sayısının artması karı-koca ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Erkek, eşini çok rahat boşayabilmekte ve rahatlıkla yeni bir kadın veya kadınlar bulabilmektedir.

Eş sayısının birden çok olması ve beraberinde cariyelerin bulunması, bazı ailelerde cinsel problemleri beraberinde getirmiştir. Kadının cinsel tatminsizliği ailelerin huzursuzluğuna ve boşanmaların artmasına sebep olmuştur. Bir erkeğin yüz kadar kadınla evlenebilmesi boşanmaların nasıl kolay yapıldığının açık örneğidir. Erkekler, Kur’an’ın istediği üç aylık süreyi de beklemeden hanımlarını bir celsede boşayabilme kolaylığını da elde etmişleridir. Kur’an, cariyeliği ortadan kaldırmak için önemli mesajlar ihtiva etmesinin yanında Hz. Peygamber’in de bu konuda güzel örnekler bırakması, cariyeliğin önüne geçememiştir. Bu dönemde cariyelik, bir kurum olarak zenginlikle beraber güçlenmiştir.

Raşid Halifeler Devrinde kadın, siyasi alanda kendini hissettirmiştir. Genelde akrabalığın siyasi tercihi belirlediği bu dönemde Hz. Aişe’yi babasının halifeliğini desteklerken görmekteyiz. O, Hz. Ali’nin Hz. Peygamber tarafından halifeliğe vasiyetle tayin edildiğini söyleyenlere; “Hz. Peygamber benim göğsüme dayanarak vefat etti. Ne zaman onu vasiyet etmiş”[164] diyerek bu görüşü çürütmüştür. Hz. Fatıma’nın, kocası Hz. Ali’nin halife olması için büyük çaba harcadığı hemen dikkati çekmektedir. Hz. Ebu Bekir’e bey’at edildikten sonra Hz. Fatıma kocası Hz. Ali ile bir gece Ensar meclislerine uğrayıp onlardan yardım isteyince onlar; “Ey Rasulullah’ın kızı! Biz Ebu Bekir’e bey’at ettik eğer senin kocan ve amcanın oğlu Ebu Bekir’den önce gelseydi, ona bey’at ederdik” derler. Bunun üzerine Hz. Ali;”Rasulullah’ı evinde defnetmeden bırakıp insanlarla onun halifeliğini mi tartışsaydım ?” der. Hz. Fatıma da; “Ebu’l-Hasan gerekeni yapmıştır. Onlar ise hesap ve sorgusu Allah’a kalan bir iş yapmışlardır” diyerek Hz. Ali’yi destekler[165]

Yine Hz. Ömer’in Hz. Ebu Bekir tarafından halifeliğe tayin işinde Hz. Aişe’nin önemli rolü olduğu görülmektedir.

Hz. Osman’ı destekleyenler arasında Hz. Peygamber’in eşi Ümmu Habibe bulunmasına rağmen diğer eşi Hz. Aişe’nin muhalefet cephesinde yer alması, halifenin işini zorlaştırmıştır. Hz. Aişe’nin halkın içinde Hz. Osman’ı tenkit etmesi, çok etkili olmuş ve Medine’deki muhalefet gün geçtikçe güçlenmiştir. Mısır, Kufe ve Basra eyaletlerinden gelen heyetlerin Medine’de tutunmalarında en önemli desteklerden biri de Hz. Aişe’den gelmiştir. Kardeşi Muhammed b. Ebi Bekir’in de içlerinde bulunduğu kuşatmacılar Hz. Aişe’den tam destek almışlardır. Bunlara engel olması için Hz. Aişe’yi devreye sokmak isteyen Emeviler, bunu başaramamışlardır. Sonunda Hz. Osman şehid edilmiştir. Olayın bu noktaya varacağını hesap edemeyen Hz. Aişe, bu defa Hz. Osman’ın mazlumen katledildiğine hükmederek kuşatmacılara karşı mücadele etmeye karar vermiştir.

Hz. Peygamber’in diğer bir eşi Ümmu Seleme ise bu konuda Hz. Ali’nin yanında yer almış ve oğlunu da ona destek olmak üzere göndermiştir.

Hz. Ali’nin, Muaviye’ye karşı yürüttüğü siyasi mücadelede de kadınlardan önemli destekler gördüğü anlaşılmaktadır. Sıffın savaşında ordunun içinde yer alan ve konuşmaları ile orduyu savaşa teşvik eden kadın hatipler ve kadın şairler Hz. Ali’nin en büyük destekçileri olmuşlardır. Raşid Halifeler devrinde kadının fetih hareketlerinde de önemli hizmetler yaptıkları kaynakların beyanıyla ortadadır. İslam fetih hareketlerinin hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesinde kadınların katkılarının olduğunu tesbit etmiş bulunuyoruz. Ecnadeyn, Yermük, Dımaşk’ın fethi, Kıbrıs, Zu’s-Savari, Kadisiye gibi savaşlarda kılıç sallayan, ok atan, süvari birlikleri oluşturup düşmana hucum eden yaralıları tedavi eden ve orduya her türlü desteği veren kadınlar, tarih kitaplarının bize aktardığı haberlerdir.

İnsanın aslının toprak olduğunu, Adem ve Havva’dan geldiğini ve yapacağı çalışmalarla değer kazanabileceğini kabul eden anlayış, Emeviler devrinde tam benimsenen bir görüştür diyemeyiz. Bu dönemde Kureyş kabilesine mensubiyet bir ayrıcalıktır. Özellikle yönetimi elinde tutan Emevî ailesinden olmak, insana beraberinde bazı avantajlar sağlıyordu. Mervan, Medine halkını Yezid’e bey’at etmeye çağırınca Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman; “Gerçekten siz yönetimi, Kisra ve Hırakl yönetimine çevirmek istiyorsunuz. Çünkü ne zaman bir Kisra veya Hırakl ölürse yerine bir başka Kisra ve Hırakl geçer”[166] derken haklıydı ve bir anlayışı ortaya koyuyordu.

Bu anlayış, insanların eşit olmadıklarını ve farklı konumlara sahip olan kimselerin buna göre bir değere sahip olacağı düşüncesini doğurdu. Böylece toplum çeşitli tabakalara ayrıldı diyebiliriz. Artık toplumda bir konuma sahip olmak, kişinin kendi çabasıyla elde edeceği bir şey değildir. Bunu belirleyen başka özellikler öne çıkmaya başladı. Asabiyet, kuvvet, akrabalık gibi konular önem kazandı.

Bu anlayışın kadına yansıması sonucu, toplumda çok iyi konumda olan kadınların yanında, haksızlıklara maruz kalan kadınlar da hemen dikkatimizi çeker. İslam dininin gelmesiyle beraber kadının elde ettiği haklar, toplumun üst tabakasına mensup kadınlar tarafından abartılı bir tarzda kullanılırken, aşağı tabakadan olan kadınlar, genelde İslam öncesi dönemin geleneklerine boyun eğmek mecburiyetinde kalmışlardır diyebiliriz.

Esasen İslam öncesi dönemde de konumu iyi olan kadınlar, toplumda ezilmiyordu. İslam, zayıf durumda olan kadınların haklarına yapılan saldırıları önlemek için çok olumlu adımlar attı. Hz. Peygamber’den sonra bu olumlu yaklaşımdan bazı sapmaların olduğunu biliyoruz. Bunun Emeviler devrinde de sürdüğü anlaşılmaktadır.

Hicrî birinci asrın sonunda gelinen noktada kadınlarla ilgili olumsuz bakışların ve İslam’ın temel kaynaklarında olmayan bakış açılarının yavaş yavaş ortaya çıktığı söylenebilir. Bunun sebeplerinden biri de farklı kültürlerden gelen kimselerin İslam toplumuna yön verecek konumlara gelmeleridir diyebiliriz. Buna Vehb b. Münebbih[167] örnek gösterilebilir. İbn Kuteybe’nin kaydına göre Vehb b. Münebbih Şöyle demiştir:

“Allah kadına şu on özelliği vererek onu cezalandırmıştır:

·              Lohusalık halinde gördüğü nifas kanı

·              Her ay gördüğü aybaşı hali

·              Karnında ve tenasül uzvundaki pislik

·              Mirasta iki kadına bir erkek payı verilmesi

·              İki kadının şahitliğinin bir erkeğin yerine geçmesi

·          Aybaşı hallerinde namaz kılamadıkları için dinlerinin eksik olması ve akıllarının az olması

·          Kadına selam verilmez

·          Kadınlar için cuma ve cemaat yoktur.

·          Kadınlardan peygamber gelmemiştir.

·          Velisiz bir kadın sefere çıkamaz.”[168]

Toplumda ekonomik refah, savaşlar ve benzeri sebeplerle cariye edinme artmış ve erkekler, genç cariyeler alarak eşlerine haksızlıklar yapmışlardır. Bu, eşler arası ilişkilere olumsuz etkide bulunmuştur.

Emeviler devrinde, siyasî alanda etkili konuma sahip kadınlar, dikkati çekmektedir. İslam Tarihinin en önemli siyasî olayı, Ali-Muaviye çekişmesi, Emeviler devri boyunca kadınlar açısında da öne çıkan bir konudur. Hz. Ali’ye destek veren kadınlar, Muaviye devrinde sıkıntılı anlar yaşamışlardır. Muaviye, bu hanımlardan ileri gelenleri sorguya çekmiş ve sonunda onları memnun ederek sessiz kalmalarını sağlamıştır diyebiliriz.

Emevi yönetiminin yaptığı yanlışları dillendiren kadınlar, tarih kaynaklarında yer bulmuş, isimleri ve yaptıkları muhalefet bize kadar gelmiştir. Bunlar arasında ölümü de göze alıp çok sert muhalefet yapan kadınlar bulunmaktadır.

Haricî hareketi içinde de aktif bir şekilde yer alan kadınların olduğu tespit edilmiştir.

Tarih kaynakları, genelde Emeviler devri olaylarını bize aktarırken kadınları hesaba katmamıştır diyebiliriz. Bir olayın şöyle veya böyle olmasının çeşitli sebepleri vardır. Bazı olaylarda bu sebepler arasında kadınların bulunduğu hemen dikkat çekerken, ya bilerek ya da bilmeyerek bunlar gösterilmemiştir.

 


[1] Rum, 30/20; Fatır, 35/11; Gafir, 40/67; el-Hac, 22/5; İnsanın çamurdan yaratıldığı, es-Secde, 32/7; En’am, 6/2; Sad, 38/71 ayetlerinde zikredilir. İnsanın pişmiş çamura benzeyen balçıktan yaratılması konusunda bakınız: Rahman, 55/14; Hicr, 15/26-28.

[2] En-Necm, 53/45, 46; el-Leyl, 92/3; Fatır, 35/11.

[3] Eş-Şura, 42/49, 50.

[4] Eş-Şura, 42/11.

[5] El-Kıyame, 75/39; el-Leyl, 92/3; eş-Şura 42/49,50.

[6] Nahl, 16/72; Rum 30/21; Şura, 42/11. “Nefs” kelimesinin cins anlamına geldiği ayetler:  Ali-İmran, 3/164;  Tevbe, 9/128.

[7]Nisa, 4/1; Araf, 7/189; En’am, 6/98; Zümer, 3/96.

[8] Nisa, 4/1.

يا ايها الناس اتقوا ربكم الذي خلقكم من نفس واحدة وخلق منها زوجها وبث منهما رجالا كثيرا ونساء واتقوا الله….

[9]Hücürat, 49/13.

[10] Nahl, 16/58, 59;

{وإذا بشر أحدهم بالأنثى ظلَّ وجهه مسوداً وهو كظيم* يتوارى من القوم من سوء ما بُشِّر به أيمسكه على هون أم يدسه في التراب ألا ساء  ما يحكمون}

En’âm, 6/139, 140.

[11] Kıyame,  75/39; Leyl, 92/3; Şura, 42/49, 50.

[12] Tekvir, 81/8-9.

[13] Nahl, 16/58-59; Zuhruf, 43/17-19.

[14] Furkan, 25/54.

[15] Bakara, 2/231.

[16] Al-i İmran, 3/ 61, 195.

[17] Araf, 7/19.

[18] Mu’min, 40/40; Zuhruf, 43/70; Nahl, 16/97; Taberî, Tefsîr, XIV, 170, 171.

[19] Nahl, 16/97.

)مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ(

[20] Daha geniş bilgi için bakınız: Süleyman Ateş, Tefsîr, II, 274-276.

[21] Nisa, 4/124.

[22] Nisa, 4/127.

[23] Nur, 24/4-5, 11-12, 23.

[24] Ahzab, 33/58.

[25] En’am, 6/139.

[26] Ahzab, 33/4, el-Mücadele, 58/1-4.

[27] AL-İ İmran, 3/42-43, 45, 47, el-Maide, 5/75,  Meryem, 19/16-34, el-Enbiya, 21/91.

[28] Taha, 20/121.

[29] Büruc, 85/4-8.

[30] Neml, 27/23, 44.

[31] Muhammed, 47/19.

[32] Feth, 48/5-6.

[33] Arap erkeği, İslam gelmeden evvel eşine “Sen bana anamın sırtı gibisin” deyip boşardı ve buna “Zıhar Talakı” denirdi. Mucadele (58) suresinin 1-4 ayetlerinde bu boşama şekli, adı geçen kadının itirazı üzerine kaldırılmış oldu.

[34]  Bakara, 2/187.

[35] Rûm, 30/21, es-Secde, 41/11; Mukâtil b. Süleyman b. Beşîr el-Ezdî, el-Vucûh ve’n-Nezâir, Bayezit Umûmî Kütüphanesi, Tasnif No: 29.7.2.: 927 (eski kayıt: 561), vr. 18b; Yahya b. Sellâm, et-Tesârîf, Tunus 1990, s.119.

[36] el-Buhârî, a.g.e., VI, 146 (Nikâh, 80).

[37] İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII 182-183.

[38] 60.Müntehine, 12.

[39] İsrâ Sûresi 17/9-10.

ان هذا القرأن يهدي للتي هي اقوم ويبشر الموً منين الذ ين يعملون الصالحات ان لهم اجرا كبيرا .

وان الذ ين لا يوًمنون بالاخرة اعتدنا لهم عذابا اليما

[40] El-Bakara, (2), 185; el-En’am (6), 130; el-Cinn (72), 6.

[41] El-Bakara (2), 25,82,172, 178, 183; AL-i İmran (3), 7, 130, en-Nisa (4), 43, 136, el-Maide (5), 6; el-Enfal (8), 74.

[42] Et-Tahrim, (66), 6.

[43] El-Bakara (2), 233.

[44] Taha (20), 39, 40; el-Kasas, (28), 9-12.

[45] El-Ahkaf (46), 15.

[46] Et-Teğabun, (64), 14-15.

[47] El-Münafikun (63), 9.

[48] Yusuf, (12), 23-32.

[49] Taha (20), 1-10.

[50] Taha (20), 39-40, El-Kasas, (28), 7.

[51] Ez-Zuhruf (43), 17-18.

[52] En-Nur (24), 31; el-Ahzab (33), 56,60.

[53] En-Nur, (24), 60.

[54] El-Ahzab (33), 59,

[55] el-Ahzab (33), 53.

[56] En-Nisa (4), 36, el-Bakara, (2), 83.

[57] El-Bakara, (2), 180.

[58] El-Bakara, (2), 215.

[59] İbrahim, (14), 41, Nuh (71), 28.

[60] El-İsra (17), 23.

[61] El-Ankebut, (29), 8, Lokman, (31), 14-15.

[62] Lokman (31), 14-15, el-Ahkaf, (46), 15.

[63] Meryem (19), 14.

[64] Er-Rad (13), 23, el-Mümi (40), 8, el-Hadid (57), 12-13, et-Tevbe (9), 72, el-Hadid (57), 18.

[65] El-Ahzab, (33), 35.

[66] Et-Tahrim (66), 11-12.

[67] Et-Tevbe (9), 71.

[68] Ez-Zuhruf, (43), 69-70.

[69] El-Hucurat (49), 13.

[70] Ez-Zümer, (39), 15.

[71] Tebbet (111), 3-5.

[72] El-Felak (113), 4.

[73] El-Büruc (85), 10.

[74] Taha (20), 121, el-Bakara, (2), 35-36.

[75] El-Hicr, (15), 59-60, Hud (11), 81, en-Neml, (27), 57, et-Tahrim (66), 10.

[76] El-Maide (5), 38-39.

[77] El-Hucurat (49), 11.

[78] El-Ahzab (33), 36.

[79] El-Ahzab (33), 73.

[80] El-Müminun (23), 5-7, el-Maaric (70), 29-30.

[81] El-İsra (17), 32.

[82] En-Nur (24), 33.

[83] Yusuf, (12), 23-24.

[84] En-Nisa (4), 15-16.

[85] El-A’raf, (7), 81,83, el-Hicr, (15), 59-60, eş-Şuara (26), 165-166.

[86] El-Hicr, (15), 71-72.

[87] Al-i İmran (3), 14.

[88] Yusuf (12), 25-33.

[89] El-Bakara (2), 232.

[90] En-Nur (24), 32.

[91] El-Bakara (2), 221.

[92] En-Nisa (4), 22, 23, 24, en-Nur, (24), 3, el-Maide (5), 5, eş-Şura (42), 49,50, en-Nahl (16), 72.

[93] Et-Tahrim (66), 6.

[94] Et-Teğabun (64), 14-15.

[95] Er-Rum (30), 21.

[96] Eş-Şuara (26), 165-166, en-Nisa (4), 43, el-Maide (5), 6, el-Bakara (2) 187, 212, 223.

[97] El-Bakara (2), 226-227.

[98] El-Bakara (2), 222.

[99] En-Nisa (4), 129-130, 3-4.

[100] El-Bakara (2), 228.

[101] Et-Tahrim (66), 3-5.

[102] En-Nisa (4), 34.

[103] En-Nisa (4), 35.

[104] En-Nisa (4), 128.

[105] Mülaane, yeminle ayrılma demektir.  En-Nur (24), 6-9, ()

[106] el-Bakara (2), 228. Talak üçtür, ayrılan kadın üç ay iddet bekler. Eski kocaya ancak bir evlilik yaptıktan ve başarısız olduktan sonra dönebilir. Bkz. El-Bakara (2), 229, et-Talak (69), 1-2, 4.

[107] El-Ahzab, (33), 50.

[108] El-Ahzab (33), 52.

[109] El-Ahzab, (33), 6.

[110] El-Ahzab, (33), 53.

[111] El-Ahzab, (33), 51.

[112] El-Ahzab (33), 18-19.

[113] Er-Rad (13), 38.

[114] El-Ahzab, (33), 32-34.

[115] El-Ahzab (33), 53.

[116] Et-Tahrim (66), 1.

[117] En-Nisa (4), 25.

[118] En-Nisa (4), 36.

[119] En-Nisa (4), 92.

[120] El-Bakara (2), 49.

[121] En-Nur (24), 33.

[122] Zihar: erkek eşinin sırtını annesinin sırtına benzetip ondan ayrılmak istemesi.

[123] El-Mücadele (58), 1-4.

[124] El-Maide (5), 89.

[125] El-Mücadele (58), 3.

[126] En-Nisa (4), 92.

[127] El-Beled (90), 13.

[128] En-Nur (24), 33.

[129] En-Nisa (4), 25.

[130] En-Nur (24), 32.

[131] Et-Tevbe (9), 60.

[132] El-Bakara (2), 177, Nahl (16) 71.

[133] En-Nisa (4), 36.

[134] En-Nisa (4), 32, et-Tur (52), 21, İbrahim, (14), 51, el-Müdessir (74), 38.

[135] El-Kasas (28), 23.

[136] Eş-Şura (42), 30.

[137] Ğafir (40), 17.

[138] En-Nisa (4) 34.

[139] En-Nisa (4), 4, 83.

[140] En-Nisa (4), 19.

[141] El-Kasas (28), 27-28.

[142] En-Nisa (4), 7.

[143] En-Nisa (4), 11,12,176.

[144] El-Bakara (2), 229.

[145] El-Bakara (2), 236,237.

[146] El-Bakara (2), 241.

[147] Et-Talak (65), 6.

[148] Et-Talak (65), 7.

[149] El-Bakara (2), 240.

[150] En-Neml (27), 23-24.

[151] En-Neml (27), 29-44.

[152] Et-Tevbe (9), 23-24.

[153] El-Müntehine (60), 12.

[154] el-Mücadele (58), 1-4.

[155] El-Bakara (2), 282.

[156] İbn Hazm, el-Muhalla, III, 131-132; Muhammed Revvas, Mevsuatu Fıkhı Ömer, s. 345.

[157] el-Hindi, Kenzu’l-Ummal, VIII, 326 (hadis no:23131). Havle bint Kays Hz. Ömer’

Yazıyı Paylaşın!

Son Haberler

Bültenimize Abone Olun!

Bizi Takip Edin

Go to Top