6. TOPLUMSAL CİNSİYET ADALETİ KONGRESİ
“DEĞİŞEN DÜNYADA EBEVEYNLİK”
5 MART 2020
SONUÇ BİLDİRİSİ

KADEM’in İstanbul Üniversitesi ev sahipliği ile Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, İbn Haldun Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi tarafından desteklenen VI. Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi gerçekleştirildi. “Değişen Dünyada Ebeveynlik” ana temasıyla açılış paneli ile birlikte toplam 4 oturumda 26 tebliğ sunuldu. Sunumlar çerçevesinde ulaşılan sonuçlar şu şekildedir:

  • Türkiye’de değişen aile ve ebeveynlik çalışmalarında değişen toplumsal ve ekonomik dinamikler ışığında farklılaşan ebeveynlik algısı ile aile kurumuna karşı potansiyel riskler değerlendirilerek, aile kurumuna ve ebeveynlere daha sağlıklı nasıl yaklaşılabilir sorusunun cevabı aranmıştır.
  • Ebeveynliğin insanın güncele göre kendini gerçekleştirebileceği, yetiştirebileceği bir süreç olduğu vurgulanmıştır. Sıkıntılar doğmadan evvel yeni nesil ebeveyn adayının, yeni nesil bir kuşakla nasıl bir iletişim kurması gerektiğiyle ilgili kendini eğitmesi gerekmektedir. Bu noktadaki kişilere sıkıntıları aşabileceğini, geçmişte yaşanan problemleri nötralize edebileceğini, bunun tamamen bir öğrenme süreci olduğu hatırlatılmalıdır.
  • Batı dünyasında ebeveynlik eğitimi kendine bir karşılık bulmakla beraber henüz Türkiye’de böyle bir program yoktur. Toplumumuzun ruhsal iyilik halini korumak ve geliştirmek için yapmamız gereken işlerden biri de “Anne babalık eğitimlerini” toplumsal düzeyde yaygınlaştırmaktır. Bunun içinde elimizde bilimsel bir çalışmaya dayalı, verilecek mesajlar üzerine iyi derecede çalışılmış, yapılandırılmış eğitim materyalleri olan, beceri geliştiren atölye tarzındaki eğitim formatlarına ihtiyacımız olduğu ortadır. Türkiye’de başlangıç aşamasında olan bu tarz girişimlerin toplumda kabul görüp görmeyeceği zaman içinde açık hale gelecektir.
  • Babalık rolü, hem ailenin iyi olma hali ve mutluluğuna hem de çocuğun yaşamına doğrudan ve dolaylı etkisiyle oldukça önemlidir. SETA’nın yapmış olduğu babalık çalışması bu anlamda bize; değişen babalık pratiklerini kendilerinin ve eşlerinin gözünden ortaya koymuştur. Ebeveynliğin bir anne yetiştirme sisteminden ibaret olmadığı, babanın da olaya katılması gerekmektedir. Aynı zamanda bu durumda babanın da hak ve sorumluluklarının bilincinde gönüllü olarak hareket etmelidir. Babalığa yüklenen anlam çoğunlukla evin geçiminin-maişetinin sağlanması, aile içi işlere eşe destek, çocuklarla ilgilenme gibi sorumlulukların yerine getirilmesi olarak görülmüştür. Bu bağlamda babalık maddi bir olgu olarak değerlendirilmiştir. Erkekler doğum öncesi, doğumdan itibaren ve çocuk tepki vermeye başladıktan sonra babalık duygusunu farklı zamanlarda hissetmektedirler. Doğum öncesi hissetmeye başlayanlar bunun içgüdüsel olduğunu, diğerleri ise zamanla geliştiğini ifade etmişlerdir. Babalığın içgüdüsel olduğunu düşünen baba ve anneler babalığın öğretilemeyeceği kanaatindedir. Bu durum babalara yönelik eğitimlerin önemini göstermektedir. Babalık pratikleri, aile içi iletişim, sorumluluk, karar alma, yönetim gibi başta aile olmak üzere babaları ilgilendiren konular, ailelerin kendi dinamikleri ve bağlamlarına göre değişiklikler göstermektedir. Ancak her babanın çocuklarıyla ve ailesiyle birlikte zaman geçirebilmesi için başta şehirlerin sosyal ortamların arttırılması olmak üzere çeşitli sosyal politikalara ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Ortaya çıkan ve çocuklarımızı tehdit eden pek çok sorunla başa çıkmanın en etkili yolu, onları doğru ve etkili yaklaşımlarla kendi ayakları üzerinde duracak şekilde büyütebilmektir. Toplumlar için aile kurumunu vazgeçilmez kılan; sahip olduğu koruyucu, önleyici, destekleyici ve eğitici gücüdür. Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığı aileleri hanelerinde ziyaret ederek sosyal yardım ve sosyal hizmet ihtiyaçlarını belirlemektedir. Gerektiğinde eğitim, sağlık hizmetleri ile istihdama erişimlerini kolaylaştırarak yaşam koşullarının iyileştirmeye yönelik çalışmalarda bulunmaktadır. Vatandaşların sosyal hizmete erişiminde giriş kapısı niteliğinde olan Sosyal Hizmet Merkezleri aracılığı ile de çocuk, genç, kadın, erkek, engelli ve yaşlı fertler, gaziler, şehit yakınları ve ailelerine yönelik hizmetler verilmektedir. Bu merkezlerde; koruyucu, önleyici, destekleyici, geliştirici hizmetler ile rehberlik ve danışmanlık hizmetleri sunulmaktadır.
  • İnternet ve sosyal medya kullanımının kişilere ve aile ilişkilerine olan olumsuz etkileri tespit edilmiştir. ‘Aileler İçin İnternet ve Sosyal Medya Kullanımı Psiko-Eğitimi’ etkinliğide katılımcılar edindikleri bilgileri hayatlarına yansıttıkları ve fayda gördüklerini belirtmişlerdir. Sosyo-demografik değişkenler ile birlikte internet kullanımının niteliğine göre kişilerin bağımlılığının ölçüldüğü araştırmada kişilerin internet kullanım özelliklerine göre bağımlılığın da değişiklik gösterebileceği sonucuna ulaşılmıştır. Aslında internet kullanım problemlerinin gerek kişisel gerek kitlesel etkileri giderek artsa da müdahale programlarının çeşitli yöntemlerle kişilere ve kişilerarası ilişkilere katkısı olduğu söylenilebilmektedir. Bu bağlamda müdahale programlarının içeriği ya da yöntemin farklılığını gözetmeksizin bu programların desteklenmesi de bilinçlenme adına ciddi önem arz etmektedir.
  • Diyarbakır anneleri ile gerçekleştirilen çalışmada sadece anneler değil evlatları için bekleyen babaların da olduğu görülmüştür. Bu gerçeklik, evlat kavramının herhangi bir toplumsal cinsiyete ait olmadığını da ortaya koymuştur. Çünkü çoğunlukla annelerin yer aldığı çadır içinde bir köşenin de babalara ait olması aile olabilmenin nasıl bir şey olabileceğini gözler önüne sermiştir.
  • Sosyal medya platformları içerisinde fenomen ya da influencer olarak adlandırılan annelerin, çocuklarının “mahremiyet”ini, “kişilik haklarını” göz ardı ederek yaptıkları paylaşımlar değerlendirilmiş, bazı annelerin yapmış olduğu paylaşımların ticari ve psikolojik motivasyonlardan hareketle oluşturulduğu görülmüştür. Bu durumun çocuk ve gençlerde ciddi toplumsal ve psikolojik problemlere yol açabileceği sebebiyle ebeveynlere farkındalık kazandırılması gerektiği ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra çocuk istismarını önlemek ve mahremiyeti korumak adına devletin, hukuk yoluyla konuya dâhilinin söz konusu olabileceği belirtilmiştir.
  • Endüstri 4.0 kavramsal farkındalık düzeylerinin belirlenmesinin ülkemizin geleceğe dönük ekonomik, sosyal, kültürel, bilim, teknoloji ve rekabet edebilirlik düzeyinin sağlanması, yeni strateji ve politikaların üretilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu düzeyin ebeveynlere ek olarak öğrenciler, eğitimciler ve işgücü piyasasının tüm aktörleri için belirlenmesi üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.
  • K kuşağı, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin zirveye ulaştığı bir dönemde dünyaya geldiği için her şeyden evvel teknoloji merkezli bir jenerasyonu ifade etmektedir. K kuşağı da, dünyanın ruhunu taşımakta olan, son derece endişeli, karamsar bir kuşaktır. Kaygılı ve endişeli bir yapıya sahip olan K kuşağının yaşadığı en önemli sorunlardan biri iletişim problemleridir. K kuşağının yaşadığı en temel iletişim sorunu, kendi ilgi alanı olan teknoloji hakkında büyük oranda bilgi sahibi olmayan ebeveynlerinin onu anlamamasıdır. Bu sorunun çözümü, öncelikle anlayışlı ve gelişime açık bir ebeveyn olmaktan geçmektedir. Sorunu tam olarak tanımlamak ve ona göre hareket etmek aile bireylerinin temel stratejisi olmalıdır. Yasaklamak yerine makul yönlendirmeler yapabilmek gerekmektedir. Ebeveylerin gençlere değerli olduğunu hissettirmesi, aile bağlarını güçlendirecek ve aile içi iletişimin önünü açacaktır.
  • X kuşağında ebeveynliğe ilişkin Z kuşağından farklı olarak daha genel, birliktelik ifade eden ve faydacı (çocuklar için) kodlara rastlanmıştır. Z kuşağında ebeveynliğe ilişkin X kuşağından farklı olarak temasın daha çok arttığı, derinliği olan duygusal kavramların olduğu ve gündelik hayattan basit kodlara rastlanmıştır. İki jenerasyon üzerinde durdukları ortak kodlar ise ilişkiler, bağlar ve vicdani konulardır. Her iki jenerasyonda da anne (kadın) öne çıkmakta ve aile içi birlikteliği sağlayan asıl unsur olarak görülmektedir. Sevgi, gönül bağıyla oluşturulacak duygu temelli ve ebeveyn ilişkisinde en önemli unsuru ifade etmektedir. Saygı ise ilişkilerin devamı açısından önemli görülen toplumsal yapı içerisinde oluşmuş kurallar temeline dayanmaktadır.
  • Z kuşağının karakter oluşumuna ebeveynlerin etkisinin daha yüksek olduğu, ancak dönemsel etkilerin ebeveyn ve çocuk ilişkisinde bir takım çatışmalar oluşturduğu varsayılmıştır. 2000-2010 aralığında doğan çocuklarda, dönemsel faktör olarak ‘çocuk kanalları’nın etkisi görülmektedir. Bu faktör, ebeveyn ve çocuk arasında bir takım çatışmalara yol açsa da ebeveynlerin çocukları üzerindeki etki gücünü zayıflatmamıştır. 2010-2020 aralığında doğan çocuklara etki eden dönemsel faktör ise ‘internet’tir. Gelinen noktada, sanal dünyanın, çocukların yaşamını büsbütün sarmaladığı, karakter ve kişilik oluşumlarını, bireysel ve sosyal gelişimlerini ve ebeveynleri ile ilişkilerini olumsuz yönde etkilediği açıktır. Bu anlamda öngörülen çözümler; “Farkında Ebeveynlik” modeli, “Farkında Gençlik” ve “Farkında Çocukluk”
  • Doğum sonrası dönem anneliğe yeni adım atmış herkes için zorlu bir geçiş ve uyum sağlama sürecidir. Annenin hem çocuğuna hem de yeni rolüne ve kimliğine uyum sağlaması gerekmektedir. Bu süreçte elbette başta eşi olmak üzere ailesinden ve sosyal çevresinden fiziksel ve duygusal anlamda desteğe ihtiyaç duymaktadır. Annelikle ilgili gerçekçi olmayan idealize hayaller de bu süreci anne için daha da zor hale getirmektedir. Dolayısıyla çözüm yolunda atılacak ilk adımlardan biri de annelik noktasındaki beklentileri daha gerçekçi bir çizgiye çekerek annelerin bu yetersizlik ve suçluluk hislerinden kurtulmalarına yardımcı olmaktır. Bu noktada da kafamızdaki gerçeklikten uzak algıları şekillendiren faktörlerin farkına varmak ve bu noktalarda uygulanabilir hayaller kurmamız gerekmektedir.
  • Mükemmel ebeveynlik beklentisi gerçeklikte bir karşılığı bulunmadığı için hayal kırıklığı ile birlikte gerek psikolojik gerek ilişkisel problemlerin yaşanmasına sebebiyet vermektedir. Bu noktada ebeveynlikten beklentimizi idealize etmeden ve sürekli değişen ‘iyi’ anne-baba imajlarının etkisinde kalmadan bir ebeveynlik anlayışının izini sürmek gerekmektedir.
  • Sofra birlikteliği aile içi iletişimin sağlanması, kültürel aktarımın devamının sağlanması ve inanç sistemimizdeki önemi ile günlük yaşantımızda öneminin yeniden kavranması gerekli bir olgudur. Sofra birlikteliğinin, aynı masa etrafında toplanmanın ailenin birlikteliğini olumlu etkilediği sonucuna varılmıştır. Ailenin işlevselliğinin arttırılması, sofrada birlikte geçirilecek zamanın aktif ve doğru kullanımına ilişkin farkındalık yaratması açısından benzer çalışmaların yapılması önemli görülmektedir. Özellikle değer ve kültür aktarımı olarak düşünüldüğünde sofra birlikteliğinin bir fırsat olarak değerlendirilebileceği konusunda ebeveynlere-ailelere yapılacak çalışmalar, bu konunun aile eğitimlerinde vurgulanması ve farkındalık yaratılması önerilebilir.
  • Kültürel Aktarım daha ziyade bir değer yükünün taşınması, paylaşılması ve benimsenerek hayat pratiklerini belirleme sürecidir. Bu noktada da anne babanın kültürel birikim ve aktarım hususunda ne kadar etkin bir yerde durduğu bu örnek ile de anlaşılabilir. Ebeveynin kültürel aktarım sürecindeki etkinliği, özellikle değerleri ve grubun ana temasını duygusal unsurlarla nesilden nesile taşımasıyla yakından ilgilidir. Bu sebeple alternatifi kolay bulunmayan bir aktarım kanalı olduğunu belirtmek gerekmektedir.
  • Sevginin en büyük görev ve işlevi, bizim o çocuğu büyütürken karşılaşacağımız sorunlarla baş edebilme gücünü vermesidir. Sevgide mesafeler, sevilenin aleyhine, seveninse lehine kaldırılır; saygıda ise bir mesafe vardır ve bu mesafede her iki taraf da, herhangi bir üstünlük iddia etmeksizin karşı taraftır; saygıya, hürmete, ilgiye layıktır. Biz anne baba olarak çocuğumuzu büyütmeyiz, biz onu büyümesine katkıda bulunuruz ve bunu en iyi şekilde yapmak boynumuzun borcudur, bir lütuf değildir. Öte yandan sevgi, saygıyı içermediği halde, saygı, doğası gereği sevgiyi de içler, barındırır ve özümser. Bunların hangi zamanda, nasıl bir oranla kullanılacağı saygıyla yaklaşma durumunda bellidir. Bir duygu lehimize olduğunda karşının aleyhine, aleyhimize olduğunda ise karşının lehinedir; bu düstur hiç şaşmaz.
  • Dede Korkut Hikâyeleri, Türk toplumundaki ideal insan tipini öne çıkarırken bireyin yetişmesinde önemli rol oynayan anne-baba davranışlarına vurgu yapmaktadır. Hikâyeler, kültürel bağlamda anne ve baba rollerini, aile kurma biçimlerini, aile içi ilişkileri, sahip olunması gereken değerleri, toplumsal cinsiyet eşitliğini, aileyi koruma, çocuk eğitimini vs. ihtiva etmektedir. Bu bağlamda hikâyeler, günümüz ebeveynlerine, değişen dünyada ebeveynlik algılarını oluşturmada yol gösterici olacaktır. Anne-baba davranışlarının tahlil edilerek, arka planının sorgulanması sağlıklı bir ebeveyn algısının oluşmasına katkı sağlayacaktır. Dede Korkut Hikâyelerinin yaygınlaştırılması ve okutulması modern dünyadaki anne-baba algısının kültürel bellekten beslenerek çağın gereklerine uygun, sağlıklı, iletişimi kuvvetli, mutlu nesillerin yetişeceği bir ortamın oluşmasında etkin rol oynayacaktır.
  • Son yüzyıl kadın aşıklarının incelenen şiirlerinden hareketle Türk kadının evlenme çağına gelince şiddetli bir şekilde kendi yuvasını kurmak istediği olmuştur. Kadınların yaşadıkları birbirinden farklı problemlere rağmen aile fertleriyle kurdukları duygusal bağ da çok fazladır. Kadınlar aile fertleriyle ayrı kaldıkları zamanları gurbet olarak görmüşlerdir. Özellikle kadınlar anne olduktan sonra evini, yuvasını kutsal bir mekân adeta vatan olarak kabul etmiştir. Şiirlerde, bir ailenin kurulmasında ve büyümesinde başat role sahip kadın için “aile” mefhumu kutsal olarak kabul edilmiştir.
  • İnsanın tüm ilkleri öğrenildiği aile toplumsal açıdan da oldukça mühim bir noktaya isabet etmektedir. Ailenin bir insan anlayışı, dünyaya bakışı, yaşam tarzı ve davranış kalıpları mevcuttur. Bu norm ve kalıpların oluşmasında en önemli etken dindir. Dolayısıyla güçlü toplumların oluşması, korunması ve değerlerinin aktarılmasında dinî değerler ile oluşturulmuş aile en önemli unsurdur. İslam, çocuğu Allah’ın bir emaneti olarak görmekte ve çocukların doğumundan önce başlamak üzere zihinsel ve fiziksel gelişimlerini sağlamak için anne-babaya maddî ve manevî sorumluluklar yüklemektedir. İslam Hukukunda Anne-babanın, çocuk haklarına karşı kazaî ve diyanî sorumluluklarının ebeveynler açısından uyuması gereken hususlardır. Bu durum ise diğer sistemlerde hukukun giremeyip etki edemediği alanlara, İslam hukukunda nüfuz edilmesi bizlere İslam’ın, çocuk haklarına ve ebeveyn sorumluluklarına verdiği önemi ve hasassiyeti göstermektedir.
  • Ebeveyn kavramı anne ve babanın ikisine birden işaret etmektedir. Bu durum ise klasik heteroseksüel kodlarla birlikte bekar anneler, trans, gay, lezbiyen ve queer açısından annelik-babalık rolleri ve anne-babanın anatomik-fizyolojik konumları tartışmaya açılmaktadır. Taşıyıcı annelikten herhangi bir cinsiyete gerek kalmadan sentetik eşey hücrelerin üretilmesi, yeni yardımcı üreme tekniklerinin geliştirilmesi, trans bireyler için sentetik rahim çalışmaları vb. türden biyomedikal teknolojiler klasik anne-baba cinsiyetleri üzerinden de ebeveynlik tanımını tartışmaya açmaktadır. Bu bağlamda ebeveynlik kavramın değişimiyle “çocuk sahibi olmak” olgusu da değişmektedir. Bu problem alanlarından hareketle 21. yüzyılda ebeveyn kavramını ve ebeveyn-çocuk ilişkisinin fizyolojik süreçlerini deontolojik etik anlayışları ve biyoetik açısından ele alarak yeni üreme teknolojilerinin, genetik düzenlemenin, klonlamanın ve embriyonun kullanım alanlarının yol açtığı beden, cinsiyet, hak, özerklik ve kim’lik sorunlarına çözüm önerilerini üretilmektedir.
  • Türkiye’de ebeveynlik yükümlülüğünün yerine getirilmesinde ihlal suçunun önlenebilmesi için çocuk bakım ve eğitiminde anne-baba arasında adaletli ve eşitlikçi bir işbölümü ile sorumluluk paylaşımının tesis edilmesi önem taşımaktadır. Ayrıca çalışan anneler, eşini kaybederek çocuğunu tek başına yetiştirmekle sorumlu ebeveynler, boşanmakta olan/boşanmış anneler ve ebeveynlik sorumluluğunu yerine getiremeyecek özelliklere sahip ebeveynler için sosyal destek mekanizmalarının sağlanmasının devletin çocuk adına sorumluluklarından biri olduğu düşünülmektedir.
  • Otizmli çocuk yetiştiren babaların tecrübelerinden hareketle babaların büyük çoğunluğunun travma ile baş etmekte ve bu durumu kabullenip devam ettirmekte olumlu tepkiler göstermişlerdir.
  • Üreme ve cinsel sağlık sorunlarına ve hatta eşcinselliğe neden olabilen ebeveyn hataları büyük oranda cinsellik konusundaki eğitim/bilinç eksikliğine bağlı olarak gelişir. Bireyin bu konuda ebeveyninden aldığı ilk mesajlar/eğitimler kendisinin cinsel sağlığı için hayati bir öneme sahip olduğu gibi kendi çocuklarına vereceği mesajlar bakımından da hayatî bir öneme sahiptir. Bu nedenle her biri bir ebeveyn adayı olan toplumdaki herkesin erken çocukluk döneminden itibaren cinsellik konusunda doğru bir şekilde eğitilmesi gerekir. Bunun için sosyokültürel faktörlere bağlı olarak gelişen olumsuz tutumların bertaraf edilmesine yönelik faaliyetlerin de planlanması gerekmektedir.
  • Eşitsiz bir rekabetin söz konusu olduğu dijital iletişim kanallarında özne nesne, kamusal özel karşıtlıkları tüm anlamını kaybedip birbirinin üzerine çökmektedir. Hiçbir gizlilik, mahrem alan, içtenlik kalmazken birey dahil olmak üzere her şey enformasyon ve iletişimde çözülmektedir. Bugün üretimin ya da imlemenin gerçekliği yerini, benzeşimlerden oluşan bir “hiper-reel”e bırakmıştır. Oluşan hiper gerçeklik içerisinde yaşamın sökülüp dağıtıldığı gibi anneliğin samimi deneyimleri de sökülüp dağıtılmakta ve başarılı bir taklit olarak yeniden üretilmektedir. Oluşan hiyerarşik yapı içerisinde çocuklarını iyi bir toplumsal konuma yerleştirmek veya sahip oldukları toplumsal konumu korumak isteyen anneler için çocuklarının eğitimi ve sağlığı belli bir hayat tarzını yansıtan ve belli bir kimliğe işaret eden meseleler haline gelmiştir.

Yazıyı Paylaşın!

Son Haberler

Bültenimize Abone Olun!

Bizi Takip Edin

Go to Top