8.TOPLUMSAL CİNSİYET ADALETİ KONGRESİ
“KADIN ve MEKÂN”
12 MAYIS 2022
SONUÇ BİLDİRİSİ

KADEM, literatüre katkı sağlamak ve mevcut bilgi birikimini ortaya çıkarmak adına her sene Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi düzenliyor. KADEM Kadın Araştırmaları Dergisi öncülüğünde; Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, İbn-i Haldun Üniversitesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi ortaklığıyla bu yıl 8.si gerçekleşen kongrenin teması, “Kadın ve Mekân”dır. Eş zamanlı olarak iki farklı salonda gerçekleştirilen oturumlarda açılış oturumundan sonra 36 tebliğ sunulmuştur. Sunumlar çerçevesinde ulaşılan sonuçlar aşağıda özetlenmiştir:

  • Batıda asırlar boyu özdeşlik bağlamında kurgulanmış ontolojiler içinde “yüz”e sahip olmayan kadın kimliği, erkek bilinci tarafından sınırları önceden belirlenmiş ideal kalıplar içinde eritilmiştir. Yani kadın varoluşu bu kalıplar içerisinde susturulmuş ve bastırılmış bir mekâna dönüştürüle gelmiştir. Kadınlara yönelik adaletsizlik ve şiddetin kaynağına ışık tutmak için kadın tasavvurunu etkileyen özdeşlik bağlamındaki ontolojiler farklı açılardan tartışılmalıdır.
  • Kadınlar genellikle özel alanla ilişkilendirildiklerinden, farklı kültür ve coğrafyalarda kamusal mekân kadının varoluşsal gerilimler yaşadığı bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin; İran’da hicap bir nevi özel mekânı genele, genel mekânı özele çekme vazifesi üstlenmiştir. Hicap sayesinde kadınlar eğitim haklarını alabilmişler, gece evlerinden dışarı çıkabilmişler ve daha evvel yasaklanan yerlere gidebilmişlerdir.
  • 28 Şubat döneminde başörtü yasağı nedeniyle mekân kaybına maruz kalan kadınların yaşadıkları zorluklar, ayrımcılıklar, hak ihlalleri ve bu zorlukların hayatlarına nasıl yansıdığı hakkındaki çalışmalar henüz yapılabilmekle beraber, karşılaşılan tabloda birbirinden farklı deneyimler göze çarpmaktadır.
  • Kadınların 1980 sonrası Türkiye şartlarında özel mekânla kamusal alan arasındaki sınırı sivil toplum kuruluşları eliyle yeniden düzenledikleri görülür. Müslüman kadınlar eylemleri için öncelikle evlerini merkez yaparak kamuyu özele taşımışlar, sonra mekânlarını genişletmişler ve kurdukları sivil toplum kuruluşları ile tekrar özellerini kamulaştırmışlardır. Bir temsil ve mekânsal pratik alanı olarak sivil toplum kuruluşları, Müslüman kadınların İslami pratiklerini, hayatlarını, faaliyetlerini ve kimliklerini vakıf anlayışıyla beraber anlamlandırmalarını sağlamıştır. Böylece bir yandan kadınların faaliyetleri için yeni mekânlar açılırken, diğer yandan kadınların mekânı dönüştürmeleri mümkün olmuştur.
  • Evin cinsiyeti kadın olarak algılanmaya devam etse de, çalışma hayatı ve koşullar kimi zaman başka iş bölümlerini de ortaya çıkarmıştır. Erkeklerin kendi ev ve aileleriyle ilgilenmelerinin “erkeklik” vurgusu ve tanımı üzerinden ciddi toplumsal baskı ve eleştirilere neden olmasının yanı sıra şaşkınlık ve abartılı bir hayranlıkla karşılandığı görülmektedir. Bunun yanında ev babasının başlıca zorlukları yalnızlık, sosyal izolasyon, ücretsiz ev ve bakım işi yükü, kimlik çatışması, olarak sıralanabilir. Evde çocuk bakan baba, toplumda çocuk bakanların büyük çoğunlukla kadınlar olması nedeniyle yardım ve dayanışma ağlarından uzak kalmakta, destek alamamaktadır. Bu gibi zorluklara ek olarak, erkeğin bakım ve ev işi konusunda daha özgür bir alana sahip olduğu, erkeklerden çocuk bakımı ve ev işi konusunda fazla bir beklenti olmadığı için yaptığı işlerin daha az eleştirildiği görülmektedir.
  • Kent mekânında ötekileştirilen ve yalnızlaşan Suriyeli göçmen kadınlar ev mekânına sıkışmak zorunda kalmaktadır. Sanal bir mekân olarak medyada ise Suriyeli kadınlar ya fuhuş, şiddet, ölüm gibi suç ile ilgili konularla ilişkilendirilmekte ya da yalnızca eş ve anne olarak görülüp mağduriyet kavramıyla ön plana çıkarılmaktadır. İstihdam sürecinde ise kadınların eğitim seviyesinin düşük olması, nitelikli işlerde çalışmalarını engellemekte ve sosyo-kültürel baskıdan dolayı da kadınların çalışmasına izin verilmemektedir. Tüm bunların neticesinde de Suriyeli kadınlar üretim mekânlarından soyutlanmaktadır. Üreten, yaşadığı topluma katkı sağlayan bir Suriyeli kadın göçmen imgesine zor rastlanıyor oluşu üzerinde düşünmek ve çalışmak elzemdir.
  • Güney Kore kökenli bir pop müzik türü olan K-Pop, özellikle genç kadınlar için bir faillik kaynağı ve kendini ifade biçimi haline gelmiştir. Ortaya çıkan kimliklerin ve kazanılan failliğin dijital alanda temellenmesi, ek olarak sektörün sebep olduğu hipergerçeklik, ve dijitalleşmenin arttırdığı tele-mevcudiyet hissiyatı ile üretilen algının otantik bir faillikten çok bir faillik yanılgısı ve gerçekte temellenmeyen bir özbilinç oluşturmasına sebep olmaktadır. K-Pop fandomu ve fan alanları özellikle genç kadınların güçlü hissedecekleri, kendilerini rahatça ifade edebilecekleri alanlara duyulan ihtiyacın aciliyetini yansıtmaktadır. Fan alanlarına verilen duygusal ve düşünsel emek, bir tedirginlik sebebi ya da gençliğin yitirilişi değil bir potansiyel göstergesi olarak anlaşılmalı ve bu potansiyele toplumsal alanda etkin kullanım imkânı verecek çalışmalara yoğunlaşılmalıdır.
  • Kutsal mekân olarak kabul edilen cami ve mescitlerde kadınların yeri, bir problem alanı olarak karşımızdadır. Kadının toplumsal var oluş mücadelesinde camiinin Hz. Peygamber dönemi fonksiyonelliğini yeniden kazanması beklenmektedir. Zira Hz. Peygamber Döneminde cami ve kadın ilişkisi aynı zamanda bir medeniyet (şehir) tasavvurudur. Mabedin sadece ibadet mekânı olarak değil aynı zamanda kadın-erkek tüm Müslümanların yaratıcıya açıklığı yakaladığı, anlam dünyasını derleyip toparladığı bir mekân olması arzusu kadınların gönlünde yatan bir temenni olarak karşımıza çıkmaktadır. Ev-cami arasındaki karşıtlığın, hiyerarşinin giderilerek yeryüzünü imar etmekle görevlendirilmiş kadın ve erkeğin aynı şekilde faydalanabildikleri bir mekân olarak geleceğe aktarılabilmesi üzerinde düşünülmeli ve çözümler üretilmelidir.
  • Normal zamanlarda kadından esirgenen mabet ilişkisinin, zor zamanlar ve istisna durumlarda nasıl bir şekil alabildiğinin göstergesi Kudüs’te Harem-i Şerif’te gönüllü olarak görev yapan murâbıt kadınlardır. Taş kemerlerin altında veya Kubbetü’s-Sahra’nın bahçesinde namaz kılan, Kur’an-ı Kerim’den sureler okuyan, bazen de Hz. Peygamber’in hadislerini ezberleyen ve yaşları yirmi ile yetmiş arasında değişen bir grup Filistinli kadın kendilerini “Mescid-i Aksâ’nın murâbıtları” olarak tanımlamıştır. İsrail’in Mescid-i Aksâ’ya girişlerde uyguladığı zaman, yaş ve cinsiyet temelli sınırlandırmalar, kimliklere el konulması ve protestolar sırasında İsrail güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımı, erkeklerin ailenin geçimi için çalışmak zorunda olmaları, bütün günlerini Mescid’de geçirmelerinin mümkün olmaması gibi nedenler, murâbıt kadınların örgütlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Mescid-i Aksâ’nın kutsallığının normlar hiyerarşisinde özel hayatın kutsallığından daha üstte oluşu da, kadınların murâbıt olarak kamusal alana çıkmasını mümkün kılmıştır. Bu durum gelenekten gelen erkeğin kamusal siyasal alanıyla kadının özel ev içi alanı arasındaki ayrımın da ortadan kalktığı bir süreci getirmiştir.
  • Kadın ve mekân ilişkisi çoğu kez karşımıza hiyerarşik bir düzlemin parçası olarak çıkmaktadır. Örneğin bizatihi edebiyat tarihi kurgulanırken kullanılan kavramlar, kelimeler kendi içinde hiyerarşi oluşturmakta ve edebiyat tarihleri hiyerarşik (piramidal) mekân olarak düzenlenmektedir. Bu piramidal mekânın en büyük karakteristiği ise, erkek edebiyatçılar ve metinleri değerlendirilirken sanat ve edebiyat alanından kavramlar, terimler, benzetmeler kullanılırken, kadınlar için farklı alanlardan özellikle psikiyatriden ödünç alınan kavram ve ifadelerin kullanılması ve kadın edebiyatçıların kadın oluşlarının ısrarla vurgulanmasıdır. Piramidal dizilişin beden üzerindeki tezahüründe aklın erkekle, cinselliğin kadınla özdeşleşmesine ilişkin bilinç dışı çağrışımların izlerini taşıdığı da söylenebilir.
  • Osmanlı’da genellikle harem içinde kaldığı düşünülen valide sultanlar ve hanedan hanımları özellikle imparatorluğun son dönemlerinde yapmış oldukları ekonomik yardımların yanı sıra cemiyetler adına düzenlenmiş olan organizasyonlara da katılmışlardır. Hânedan hanımlarının bu yöndeki teşebbüslerinin ortaya çıkarılması, onların harem dışındaki hareket alanlarını görmek, toplumsal yaşayışın ve değişimin ne derece içerisinde yer aldıklarını anlamak için önemlidir.
  • İslam toplumunun bir parçası olan Endülüslü kadınların mekânla ilişkisine bakıldığında ise, erkek egemen devlet idaresinde, onlarla bir arada bulundukları ve kritik görevler üstlendikleri, ilim tahsili, çalışma hayatı, sosyal ilişkiler gibi yaşamın farklı boyutlarında etkin oldukları, birçok toplumsal mekânı erkeklerle ortak kullandıkları görülebilmektedir. Endülüs toplumuna yakından bakıldığında hem ortak kullanıma açık olan hem de yalnızca kadınların kullanımına bırakılmış toplumsal mekânlar, Endülüslü kadınların hareket alanını genişletmiştir.
  • Minyatürlerde hiç göremediğimiz kadınların bizi rahatsız etmemesi, orada bir kadın varmış gibi davranılması, minyatürün daha ziyade kadınsız bir alan olarak algılanmasıyla ilgilidir. Dünyaya nasıl bakacağı gelenek içinde belirlenmiş kadınların bir minyatüre erkek gibi bakmaları bir rahatsızlık oluşturmaz. Süreç içinde orada kendisini görmeyen bir kadın minyatüre bir erkek gözüyle bakmayı kanıksar. Kadının böylece kendini göremediği mekânları içselleştirirken, hem metinlere hem resimlere hem de kendisine yabancılaştığı iddia edilebilir. Bu yabancılaşmanın bir başka sonucu da kadının içinde bulunduğu toplumda “gerçek” bir varlığa sahip olmamasıdır.

Yazıyı Paylaşın!

Son Haberler

Bültenimize Abone Olun!

Bizi Takip Edin

Go to Top