“Özel Şiddet Mahkemeleri Kurulmalı”
‘Cinsiyet eşitliği’ yerine ‘toplumsal cinsiyet adaleti’ kavramını kullanan Kadın ve Demokrasi Derneği Kurucu Başkanı Doç. Dr. Sare Aydın Yılmaz ile Türkiye’nin gelecek vizyonunda kadının önemini, metropol hayatının kadına etkilerini ve kadına yönelik şiddete karşı çözüm önerilerini konuştuk.
Türkiye’nin geçirdiği değişim süreci, kadının yerini ve haklarını nasıl etkiliyor?
Son yıllarda ülkemizde kadın hakları konusunda, kadının hem toplumsal hayatta hem de iş yaşamında aktif şekilde yer almasını kolaylaştıracak düzenlemeler hayata geçmeye başladı. Toplumsal ve kamusal alanda kadının başörtüsü ile var olmasına imkân tanıyan düzenlemelerle önemli bir adım daha atıldı. Yıllardır anayasal hakları gasp edilmiş, insan hakları mağduru olan bu kadınların haklarının geri verilmesi adaletin geç de olsa yerini bulmasını sağladı. Fakat her ne kadar başörtüsü yasağı kalkmış olsa da karar alma mekanizmalarında, yönetim kademelerinde başörtülü kadınlara karşı önyargılı tutum devam ediyor. Bununla birlikte, kadının insan haklarının sağlanması noktasında kat etmemiz gereken daha çok yol var. Kadının sadece kadın olmasından dolayı yapılan adaletsizliklere kaşı dur demeliyiz. Günümüzde hâlâ cinsiyet temelli ayrımcılıklar, kadının iş hayatına katılımını ve yükselmesini engelliyor. Bunların yanı sıra son zamanlarda hayata geçirilen uygulamalarla kadının iş hayatına katılımını ve aktif yer almasını kolaylaştırıcı çözümlere gidilmeye başlandı. Kadın çalışanlara verilen kısmi zamanlı çalışma hakkı, ücretli veya ücretsiz süt izinleri, çocuk bakımında aileye yardımcı olması adına büyükannelere verilen büyükanne ödeneği gibi düzenlemeler sevindirici adımlar.
Kadının en somut problemleri nelerdir?
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplum, kadınla erkeğe farklı sosyal roller yüklüyor. Genel kanaat, erkek güçlü, bağımsız, yöneten ve idare eden anlayış üzerinden tanımlarken; kadın bağımlı ve pasif gibi bir anlayış üzerinden tanımlanıyor. Bu tarz bir tanımlama doğal olarak kadının toplumsal, siyasal ve ekonomik alanda varlık göstermesini engelliyor.
Ve bu geleneksel kodlar, erkeğin erkek olduğu için şiddet kullanmasının normal görülmesine neden oluyor. Bu arada şunu da belirtmem gerek, bu geleneksel anlayışın dini öğretiden beslenmediği kesin. Nitekim İslam, kadının içinde bulunduğu koşulları ve tarihsel süreci düşündüğümüzde, kadına son derece itibar ve statü vererek yüceltmiştir. Bir diğer önemli unsur da şiddetin öğrenilen bir davranış olması. Şiddetle iç içe büyüyen bir çocuğun dünyasında şiddet normalleşebilir. Dizilerin çoğunda şiddet, cinsel istismar sahneleri sıklıkla yer alıyor. Şiddet medya kanalıyla kanıksanıp normalleştiriliyor. Dolayısıyla kadın ve aile üzerine çalışan sivil toplum örgütleri 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun gibi son derece korumacı yasal düzenlemelerin ötesinde, ivedilikle medyanın bu çirkin ve aşağılayıcı dili ile mücadele etmeli.
Şiddetin en yoğun hali savaşlarda ortaya çıkıyor ve maalesef dünyada artan savaşın en büyük mağdurlarının da kadınlar olduğunu görüyoruz. Geleneksel kadın ve erkek imajına ek olarak, kadın ve erkek rollerinin de adalet perspektifli bir biçimde yeniden tanımlanması gerekiyor. KADEM , kadın ve erkeklerin toplum içerisinde eşdeğer, ilişkilerinde daha dengeli ve ölçülü, kadının cinsiyetinden dolayı ayrımcılığa ve dezavantaja maruz bırakılmadığı bir konumda olması için, toplumsal cinsiyet adaletini sağlamaya ve hayatın her alanına daha fazla kadını dahil etmeye ihtiyaç olduğu görüşünde. Bu noktada hem bir zihniyet dönüşümünden hem sosyal bir dönüşümden bahsediyoruz.
Bütün bu okumalar üzerine KADEM çalışmalarında en çok nelere ağırlık veriyor?
Kadınların yaşadıkları mağduriyetlerin giderilmesine ve toplumsal değişimin sağlanmasına yönelik faaliyetlerimiz var. Kadına yönelik şiddetle mücadele için; faillerin yargılanması, hak ettikleri biçimde cezalandırılmaları için pek çok davanın takipçisi ve müdahili olarak mağdur ailelerin yanında olduk. Günümüze kadar binin üzerinde kadına hukuki danışmanlık hizmeti verdik. Kadının demokratik haklarının bilincinde bireyler olmalarına katkı sunmak amacıyla yine 25 binin üzerinde kadına ‘Yasal Haklar Eğitimi’ verdik.
25 Kasım ‘Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde farkındalık oluşturmak amacıyla düzenli olarak her yıl ‘Erkeksen Öfkeni Yen’, ‘Şiddete Hakkın Yok’, ‘Önce Adam Ol’ gibi kamu spotu çalışmaları hazırlıyoruz ve her iki yılda bir Kadın ve Adalet Zirvesi düzenliyoruz. Kadın istihdamı yine bizim önceliklerimizden biri. Konusu tamamen iş dünyasına ve ekonomiye katılım olan Türkiye’nin G20 dönem başkanlığında başlatılan (W20) Kadın20’de komite üyeliği yaparak aktif görev aldık.
Kadının iş hayatına katılımı ile kadın girişimciliğinin desteklenmesi kapsamında yürüttüğümüz projelerden biri İnovasyonda Kadın Projesi. İnovasyonda Kadın Projesi’nde, kadınların girişimcilik yeteneklerinin artırılması ve nitelikli istihdam oluşturma potansiyeli yüksek teşebbüslere dönüştürebilmeleri amacıyla girişimcilik kampı yapıyoruz.
KADEM ve TÜBİTAK MARMARA TEKNOKENT işbirliğinde gerçekleştirilen projede 2015’ten bu yana iki adet Kadın Girişimcilik Kampı gerçekleştirildi. Girişimci kadınlarla olan iletişimimiz ve desteklerimiz devam ediyor.
KADEM, İŞKUR ve ASPİM ortaklığı ile yürüttüğümüz, alanında uzman kişiler tarafından genç kızlara mesleki ve kişisel eğitim verildiği ‘Geleceğe İşbaşı’ projemiz var. Bu proje ile yetiştirme yurtlarında ve çocuk destekleme merkezlerinde kalan 16-18 yaşlarındaki genç kızları meslek sahibi yaparak istihdam edilmelerini sağlıyoruz.
‘Toplumsal cinsiyet adaleti’ kavramını kullanarak yeni bir bakış açısı getiriyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Kadının sosyo-kültürel, siyasal ve ekonomik hayatımızın içinde yer alan konumunu, erkeğin konumu ile eşitleyerek tartışmaya açmanın, kadının mağduriyetini ve haksızlığa uğramışlığını ortadan kaldırmakta yeterli olmadığını düşünüyoruz.
Kadının erkeği, erkeğin kadını tamamladığını anlatan ve sosyal rollerin bu açıdan değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen ‘cinsiyet adaleti’ kavramı, kadının hem toplumsal hayatta hem de aile içinde karşılattığı sorunlara çözüm olacak çıkış noktamız.
Yasalar önünde eşit birer vatandaş olan kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip olduğu söylense de pratikte topluma ve toplumsal ön kabullere ve öngörülmeyen sorunlara yol açtığını görüyoruz.Toplumsal rollerin dağılımında bu salt eşitlik algısı, kadının mağduriyetini gidermediği gibi, adalet arayışımızın da önünü kesmektedir.
Kadına şiddette toplumdaki algılar nasıl değişir?
Kadınlara karşı adaletsizliğin temel sebeplerini ve sonuçlarını ele alacak bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç var. Sivil toplum bu hususta büyük bir sorumluluğu yerine getirmelidir. Çözüm ve önerilerle, algı kampanyalarıyla, şiddet mağdurlarına yardım etmekle, caydırıcı ve etkili yasaların çıkması yönünde lobi faaliyetleriyle bu soruna eğilmeliler. Biz KADEM olarak, medya kampanyalarıyla birlikte bu sorunla ilgili farkındalığı artırmak, gündelik yaşamdaki egemen dilin kullanımına karşı çıkmak ve toplumda oldukça baskın olan kadına karşı şiddete sebebiyet veren maskülen dile dikkat çekmek istedik.
Kıyafet nedeniyle kadınlara saldırıların önüne nasıl geçilir?
Şiddet meselesi, yalnızca kadınların veya kadın derneklerinin sahiplenmesi gereken bir konu değil. Bu konuda önerimiz; öncelikle şiddetin ve şiddeti uygulayan kişinin hemcinsi erkekler tarafından da kınanması, şiddet failinin dışlanması, şiddetin insani değerlerle örtüşmediğinin vurgulanması ve gerektiği takdirde bu konuda faal olarak eylemlerde bulunulmasıdır. Kadına yönelik şiddeti efektif çözümlerle temelden iyileştirebilmek, erkeklerin de desteğini alarak birlikte hareket etmekle ve hemcinslerinin uyguladığı şiddete karşı seslerini yükseltmeleriyle mümkün. Kamuoyunun farkındalığını artırmak ve kadına şiddete karşı toplumsal bir bilinç oluşturmak öncelikli alanlarımızdan. Türkiye’de bu konuyla alakalı çok önemli yasal düzenlemeler var. Ancak Türk Ceza Kanunu’nda kadına yönelik şiddetin büyük suçlar kapsamına alınması, şiddet faillerine denetimli serbestliğin uygulanmaması ve faillere en yüksek cezai yaptırımların uygulanmasını sağlayacak düzenlemelerin yapılması önemli. Ayrıca ‘Özel Şiddet Mahkemeleri’nin kurulması gerektiğine inanıyoruz. Bu konuda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımıza çeşitli raporlar sunduk.
Türkiye’nin gelecek vizyonunda kadının yeri nedir?
Daha güçlü ve daha sağlam bir Türkiye geleceği için kadının insan haklarının kuvvetlendirilmesi,
kadının işgücüne katılımı ve istihdamı için önüne çıkan engellere çözümlerin artık etkili bir şekilde hayata geçirilmesi gerekli.
Çünkü kadın, gelecek nesillerin temelini atandır. O nesiller ne kadar iyi yetişirse gelecek de o kadar parlak olur. Ev ve iş dengesinin kurularak; erkeği de işin içine katarak toplumun her alanında adaletli dağılımlarla kadının yeri güçlenecek ve bundan sadece kadınlar değil tüm toplum kazanacaktır. Yürütme Komitesinde olduğumuz W20 toplantılarında da öncelikli olarak üzerinde durduğumuz ve diğer ülkeleri de bu konuyu ajandalarına almaları için teşvik ettiğimiz husus, kadınların karar alma mekanizmalarında yer alması ile farklı kadın kimliklerinin ihtiyaçlarının düşünülüp toplumsal hayata katılımları sağlanacak. Böylelikle kadın da aile de toplum da güçlenecek. Ülkemizin değerlerinden beslenen, ülkesine bağlı, modern dünyanın dinamiklerine de ayak uyduran kadınlara ihtiyacımız var.
Metropol kadının toplumdaki yerini nasıl etkiliyor?
Metropol ile kadınlar arasındaki ilişki, çok karmaşık ve çelişkili. Bu karmaşıklık, bir yandan kent kavramının getirdiği özgürlük imkânını, öte yandan dışlanma ve tehlikeleri içinde barındırmasından kaynaklanıyor. Metropol özellikle kırsaldan göç etmiş kadınları düşündüğümüzde, toplumsal hayattan dışlanmaya neden oluyor. Kent hayatına uyum sağlamada zorlanmaya metropolün getirdiği tehlikeler eklendiğinde, göç eden kadınların bir kısmının eve kapanarak kamusal alandan uzak durduğunu görüyoruz. Aile bütçesine katkı sağlama zorunluluğu ile istihdama katılanlar ise metropollerde genellikle düşük ücretli ve sigortasız işlerde çalışıyorlar. Bu nedenle kırsalda çalışan kadınlara oranla metropolde çalışan bu kadınlar emek sömürüsüne daha fazla maruz kalıyorlar. Kentte doğup büyümüş, eğitim almış kadınlar içinse durum farklı. Ev hayatı ve iş hayatı dengesini metropollerde kurmak daha da zor. Çünkü hem iş yükü hem de mesafeler artıyor. Kadınlar çoğu zaman işten dönüşte çocuğunu kreşten/ okuldan ya da ona bakan aile yakınından almak için dönüş yolunu uzatıyor.
Metropoller kadınların hayatına ekstra zorluklar getiriyor mu?
Şehir planlamaları erkekler tarafından yapılıyor ve kadınların ihtiyaçları göz önünde bulundurulmuyor. Oysa konut, güvenlik, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi alanlarda yerel kararlar kadınları doğrudan etkiliyor. Bu masalarda kadınlar da oturmalı. Bu kararlar kadınlar olmadan alındığında; örneğin kent planlarında kreş, gündüz bakım evi gibi hizmetler öncelenmiyor.
İyi aydınlatılmamış sokaklar güvenli olmadığı için kadınların seyahat özgürlüğü kısıtlanmış oluyor. Üstgeçit ve kaldırımların yüksekliği bebek arabalarına göre ayarlanmadığı için çocuklu kadınların kentin sokaklarında gezmesi zorlaşıyor. Dolayısıyla metropolde özgürleştiğini sandığımız kadınlar aslında daha fazla kısıtlanıyor. Son dönemlerde yapılan kentsel dönüşüm projelerinde kadınların yer alması için belediye başkanlarıyla görüşüyoruz. Ancak yerel yönetimler maalesef kadınların o görünmeyen tavana çarptıkları en yaygın alan. Umarım en yakın zamanda belediyelerin bu tutumu değişir.