KADEM Yönetim Kurulu Başkanı
Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu
“Kadına Yönelik Şiddet” Konusunda Yetkin Düşünce Dergisine Konuştu.
Dilerseniz ilk olarak derneğinizin ve misyon vizyonuyla başlayalım. KADEM kimdir? Niçin kurulmuştur? Kime seslenir ve ne tür faaliyetlerde bulunur?
KADEM, kadının insanlık onurunu teslim etmek üzere savunuculuk yapmayı misyon edinmiş bir sivil toplum kuruluşu. Yaklaşık 8 yıldır kadınların hayatına dair farkındalık çalışmaları yürütüyor.
Biz KADEM olarak özellikle kadın algısı üzerinde yoğunlaşan ön yargıları bertaraf etmeye odaklanıyoruz. Bununla birlikte kadın ve erkek arasındaki rol paylaşımlarının yaşadığımız dönemin şartlarına göre yeniden değerlendirilmesi gerektiğini öneriyoruz. Bu iki insan arasında hak ve sorumluluk dengesi gözetilmesinin toplumsal huzuru doğrudan etkilediğine dikkat çekiyoruz.
Bizim anlayışımızda insan, eşref-i mahlûktur ve her insan doğduğu andan itibaren bütün haklarının sahibidir. Biz, bu gerçekliği kuşatacak şekilde, kültürel kodlarımıza ve güncel ihtiyaçlarımıza uygun, özgün bir söylem üretme çabasındayız.
KADEM olarak ulusal ve uluslararası lobi faaliyetleri ve çeşitli projeler ile söylemimizi daha geniş kitlelere ulaştırmayı hedefliyoruz. Kadını ve aileyi güçlendirmek adına her iki yılda bir düzenlemiş olduğumuz “Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi” bu alanda önemli bir etki uyandırıyor. Bunun yanı sıra her biri alanında uzman akademisyenlerin katılımıyla her yıl “Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi”ni gerçekleştiriyoruz. 2020 yılındaki kongremizde “Değişen Dünyada Ebeveynlik” konusunu değerlendirmeye açıyoruz. Ayrıca yılda iki defa yayınladığımız “Kadın Araştırmaları Dergisi” ile akademik literatüre katkı sunuyoruz. “Geleceğe İşbaşı Projesi” ile örgün eğitimden uzak kalmış kızlarımıza mesleki eğitim veriyor ve istihdam edilmelerini sağlıyoruz. “İnovasyonda Kadın” gibi uygulamaya dayalı projelerde ise kadınlara iş hayatında girişimcilik eğitimleri ile rehberlik ediyoruz.
Türkiye genelinde 48 ilde temsilciliklerimiz bulunuyor. Kapımız her kadına ve her aileye açık. Dileyen herkes temsilciliklerimizin faaliyetlerine katılabilir ya da kendi hikâyesini bizimle paylaşabilir. Bu vesile ile her şehrin kendine özgü kadın ve aile gündemine şahit olabiliyor ve yaşanan sıkıntılara yerinde çözüm önerileri geliştirebiliyoruz.
Bir de ülkemizde misafir ettiğimiz Suriyeli kardeşlerimiz var. Ne yazık ki göç etmek zorunda kalan bu nüfusun büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Biz de bir kadın derneği olarak uyum sürecinde onları yalnız bırakmadık. Bunun için arkadaşlarımızda ciddi bir çalışma yaptık ve “Kadınlar Göç Yolunda” ve “Mülteci Kadınlar Sosyoekonomik Araştırmalar ve Uyum” gibi faydalı projeler ortaya çıkardık. Pek çok mülteci kadın bu projelere katılarak Türkçe öğrendi, kendi el emeği ile ürettiği işler sayesinde ailesine ekonomik katkı sağladı.
KADEM kadın haklarının tanınması ve her hakkın sahibini bulması adına söylem ve proje üretmeye devam ediyor.
Türkiye’de birçok kadın sivil toplum kuruluşunun olduğunu biliyoruz, sizi onlardan ayıran nedir? Kadem feminist bir yapılanma mıdır?
KADEM, öncelikle kadın çalışmalarını odağına alan bir dernek. Fakat kadın erkek arasındaki ilişkiyi çatışmacı bir dille temellendiren bir yaklaşım benimsemiyor. Yaratılıştan farklı özelliklere sahip olan bu iki insanı birbirini tamamlayan, eş değer iki varlık olarak görüyor.
Biz, kadın erkek arasındaki rol paylaşımlarının hakkaniyet üzere gerçekleşmesi gerektiğini savunuyoruz. Böylelikle dengeli ve adil bir toplum düzeni oluşması adına katkı sunmaya çalışıyoruz.
Kadının ikincil konuma terk edilmiş olması Batı’da kadın erkek çatışmasına dönüşmüş ve feminist ideolojiyi doğurmuştur. Batı toplumunun sosyal tecrübeleri ile bizim tecrübelerimiz paralellik arz etmiyor. Bu sebeple feminist yaklaşımın bizim sorunlarımızı çözeceğine inanmıyoruz.
Biz daha ziyade yaşadığımız toplumun kültürel mirasından besleniyor, bu anlayışla güncel ihtiyaçları karşılamayı hedefliyoruz.
KADEM’in söylemini diğerlerinden ayıran özellik de toplumsal sorunlarımız için yöntem ithal etmek yerine kendi insanımızın sesine kulak vermektir.
Görebildiğimiz kadarıyla hemen her çalışmanızda “cinsiyet adaleti” kavramını öne çıkarıyorsunuz. Bu kavramdan tam olarak neyi anlamalıyız? Neden eşitlik değil de adalet?
“Cinsiyet Adaleti” kavramı ile kadın ve erkek rollerinin herhangi bir tarafa haksızlık edilmeyecek şekilde tanımlanması gerektiğini anlatıyoruz. Bizim anlayışımıza göre yaratılıştan gelen bütün farklılıklar hem biyolojik hem de sosyal anlamda zenginliktir. İnsanlar bu farklılıkları sayesinde birbirini tamamlama ve çoğalma imkânı bulur.
“Cinsiyet Adaleti” ile kadın ve erkeğin yaradılışına özgü nitelikler göz ardı edilmemiş olur. Her iki insan da hangi nitelikler ile donatıldıysa ona göre bir hayat sürme ve onurlu yaşama hakkına doğuştan sahiptir.
Fakat bu durum kadın ve erkeğin ontolojik olarak eşit olduğu gerçeğini yok saymaz. İnsan hakları düzeyinde herkes eşittir, rol paylaşımları açısından ise her insan gücü yettiği ile görevlendirilmelidir. Eşitlik ve adalet kavramını bu şekilde ince bir çizgiyle ayırıyoruz ki hiç yaşanmadan haksızlıkların önüne geçebilelim.
KADEM olarak Toplumsal Cinsiyet Adaleti kavramı ile günümüz problemlerine bu bakış açısıyla çözüm üretmeye çalışıyoruz.
Devlet büyüklerimizin bazı aile üyelerinin dernek yönetiminde bulunması, KADEM’in kamuoyunda sıklıkla hükümetle özdeş görülmesine, bunun üzerinden çeşitli tartışmalara konu edilebiliyor. Bu durum sivil toplum alanından bazen tamamen siyasete çekilmiş olduğunuzu hissettiriyor mu, ya da hedef kitlenize erişimle ilgili bir zorluk doğuruyor mu?
Dünyadaki her sivil toplum kuruluşunun belli bir dünya görüşü bulunur. Benzer görüşü benimseyen insanlar aynı çatı altında bir araya gelerek kamuoyu oluşturur ve toplumsal hareketlere dâhil olurlar. Resmi anlamda siyasi bir unvan edinmeyen kişilerin sivil toplum gönüllüsü olmasının önünde hiçbir engel yoktur.
Derneğimiz çatısı altında toplanan herkes öncelikle gönüllü kimliği ile bize katılmıştır. Bu anlamda devlet büyüklerimizin aile üyeleri de bizim gönüllümüz olabilir. Ayrıca toplumsal farkındalık uyandırmak, daha geniş kitlelere ulaşmak ve insanlığın yararına işler yapmak adına devlet büyüklerimizin aile üyelerinin hedeflediğimiz sonuçlara ulaşmamızda engel olduğunu düşünmüyoruz, bilakis önemli bir destek olduğuna inanıyoruz.
Şunu da özellikle vurgulamak isterim ki kadın çalışmaları alanında gücünü bizimle paylaşmak isteyen herkese kapımız açık. Biz çalışanlarımız, üyelerimiz ve gönüllülerimizle büyük bir aileyiz. Ve hep birlikte, insana dair pek çok alanda artı değer üretmeyi her şeyin üstünde görüyoruz.
Ayrıca bu durumun ülkemizdeki farklı sivil toplum kuruluşlarında ve dünyada da örnekleri mevcut. Bu sebeple hiçbir KADEM gönüllüsünün siyasi tartışmalara konu edilmesini kabul etmiyoruz.
Türkiye’de bir süredir kadına yönelik şiddeti önleyebilmek adına çeşitli yasal düzenlemeler yapılıyor. Mevcut düzenleme ve yaptırımları yeterli görüyor musunuz, bunlar caydırıcı bir şekilde uygulanabiliyor mu? Neleri yapamıyoruz dersiniz, ne öneriyorsunuz?
Türkiye, özellikle son yıllarda kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla birçok çalışma yaptı. Uluslararası sözleşmelere imza atarken iç hukuka da çeşitli düzenlemeler getirdi. Mevcut kanuni düzenlemeler yeterli ve caydırıcı niteliktedir. Ancak uygulamada birtakım sorunlar yaşanabiliyor. İşin bu kısmı yeniden gözden geçirilmeli.
Yasalar, adalet temelli olmalı ve uygulayıcıların inisiyatifine bırakılmamalı. Her vaka kendi özel şartları içinde değerlendirilmeli. Örneğin şiddet gören bir kadın bunu emniyet güçlerine bildirip yardım istiyor. Ancak muhatap olduğu kolluk kuvvetleri “kol kırılır, yen içinde kalır”, “zamanla düzelir, abartılacak bir durum değil” şeklinde yaklaşabiliyor. Hatta şiddet gören kadının talebini dikkate almıyor, onu şiddet gördüğü eve gönderiyor. Bu örneklerin yaşanması ceza sisteminden değil; bilakis kanunun uygulanmasındaki aksaklıktan kaynaklanıyor.
Biz de KADEM olarak ilgili kurum ve kuruluşlarda, toplumsal cinsiyet adaletine duyarlı uzman ekiplerin yer almasının önemini vurguluyoruz.
Bildiğiniz gibi, Polis Akademisi bir süre önce “Kadın Cinayetleri Raporu” yayınladı. Bu raporda gerek hemcinslerine gerekse karşı cinse şiddet uygulayan faillerin neredeyse tamamının (% 96,2) erkeklerden oluştuğuna, cinayetle sonuçlanan şiddet vakalarında da eğitim seviyesi düşüklüğünün belirleyici olduğuna yer veriliyor. Belli ki toplumun her kesimini kuşatıcı eğitsel bir planlamaya ihtiyaç var. Ancak diğer taraftan televizyonu her açtığımızda artık neredeyse kanıksadığımız şiddet sahnelerini görmeye devam ediyoruz. Reyting canavarının ürettiği şiddetin üstesinden nasıl gelinir sizce? Şiddetin toplumsal düzeyde yaygın söylem alanına erişerek bir çeşit normalleşmeye geçişini kolaylaştırmıyor mu?
Polis Akademisinin raporunu biz de inceledik. Söylediğiniz gibi ne yazık ki karşımıza çıkan tablo çok üzücü. Şiddetin artması ya da belirttiğiniz gibi normalleşmesinde medyanın kesinlikle bir rolü olduğunu düşünüyorum.
Nitekim medya, halkın haber alma ve bilgilenme ihtiyacını karşılamakla birlikte aynı zamanda bir propaganda aracı olarak kullanılıyor. Medya yayınlarının gerçekliği manipüle etme gücü var. Bu güç ancak toplumun huzurunu sağlamak için kullanıldığında insani anlamda bir değer kazanacaktır. Bu nedenle özellikle medya organlarının şiddet içeren yayın politikasını değiştirmesine yönelik çalışmalar yapması aciliyet arz ediyor.
Biz KADEM olarak, medya içeriklerinin, kültürel değerleri koruyan, çocukların ve gençlerin gelişimini destekleyen yapımlardan oluşması gerektiğine inanıyoruz. Özellikle kadın ve çocuğa yönelik şiddet, küçük düşürme ve ötekileştirme içeren yayınlar ile ilgili gerekli hassasiyetin gösterilmesini zorunlu görüyoruz.
Ancak ne yazık ki şiddet haberleri, izlenme ve tıklanma sayısının artırılması uğruna teşhir edici ve özendirici şekilde sunuluyor. Bu durum kamu iradesini olumsuz yönde etkiliyor. Şiddet içerikli yayınların herhangi bir sebeple sürekli olarak görünür kılınması, görüntülerin bu konuda uyarıcı olma vasfını ortadan kaldırıyor. Bunun yanı sıra şiddete sürekli maruz kalınması bu tarz istenmeyen olayların kanıksanmasına ve duyarsızlaşmaya da yol açıyor.
Şiddetin; dizi, film, reklam ya da haber bültenleri aracılığıyla yeniden üretimine engel olmak toplumsal olarak hepimizin sorumluluğundadır. Özellikle reklam veren kişi ve kuruluşların şiddet içeren programlara ekonomik destek vermeme yönünde benimseyecekleri ortak tavır, kısa vadede insani değerleri korumak adına en pratik ve işlevsel uygulamalardan biri olacaktır.
Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz günlerde önce Samsung Electronics Türkiye, ardından D’S Damat ve Vestel gibi güçlü firmalar bu noktada bir adım attılar. İçeriğinde kadına ve çocuğa şiddet olan programlara reklam verme, sponsor olma ve ürün yerleştirme çalışmalarından tamamen çekildiklerini ilan ettiler. Bu kuruluşların, kamu yararı hakkında gösterdikleri hassasiyet ve sorumlu davranış gerçekten çok anlamlı. Diğer kurum ve kuruluşlarından da benzer adımlar bekliyoruz.
Dürüst ve sorumlu yayıncılık anlayışı ile medya gücünün birleşmesinin toplumsal huzurun sağlanması ve insani değerlerin korunmasında etkili olacağına inanıyorum. KADEM’in de bu alanda yapılan çalışmaların her zaman yanında ve her türlü şiddetin karşısında olduğunu bir kez daha ifade etmek isterim.
KADEM’i, bugüne kadar “Erkeksen Öfkeni Yen!”, “Önce Adam Ol!” ve “Ben Varsam Şiddete Yer Yok” gibi söylemlerle bir dizi kampanya yürüttüğünü biliyoruz. Bu kampanyalarla neyi amaçladınız, beklediğiniz etkiyi oluşturabildiniz mi? Yakında göreceğimiz yeni kampanyalarınız olacak mı?
KADEM kurulduğu günden bu yana herkese karşı, her türlü şiddetin son bulması için çalışıyor. Şiddet mağdurunun yanında olmayı kendine vazife biliyor. Bununla birlikte dünyada her anlamda en çok şiddete uğrayan maalesef kadınlar oluyor. Bizler çalışma alanımız gereği kadınlara yönelik şiddeti ve maddi-manevi mağduriyetlerin giderilmesini öncelikli meselemiz olarak görüyoruz.
Son dönemlerde devletimiz şiddetle mücadele etmek amacıyla ciddi adımlar atıyor. Özellikle kadına yönelik şiddetin engellenmesi için uluslararası sözleşmelerle ve iç hukuktaki düzenlemelerle etkili yaptırımlar sağlıyor.
Biz de KADEM olarak, her yıl özellikle “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü” kapsamında toplumsal farkındalığı artırmak adına çeşitli kampanyalar düzenliyoruz.
Kampanyalarımız dâhilinde kısa filmler hazırlıyor, yazılı basında bu güne özel mesajlar yayınlıyoruz. Bu mesajları billboardlar ve toplu taşıma araçları gibi halka açık alanlarda da sergiliyor ve daha geniş kitlelere sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.
Daha önceki yıllarda “Erkeksen Öfkeni Yen!”, “Önce Adam Ol!” sloganlarıyla kampanyalar yürüttük ve bunu yaparken ayrıştırıcı bir dil kullanmamaya özen gösterdik. Erkekliğin kendinden güçsüzü ezmek ya da fiziksel şiddet uygulamak olmadığını anlattık. Erkekliği öncelikle kendine hâkim olmak ve öfkesini yenmekle ilişkilendirdik. Böylelikle ironi kullanarak mesajın dikkat çekici olmasını sağladık.
Bu yıl da “Ben Varsam Şiddete Yer Yok!” sloganıyla şiddet karşısında herkesi aktif rol almaya davet ettik. İlk etapta şiddete uğrayan kişiyi failin elinden almak en önemli nokta. Bu sebeple, şiddete tanıklık eden ama ne yapacağını bilemeyen üçüncü kişilere, bu duruma nasıl müdahale edebileceklerini gösterdik. Bu film ile aslında şiddetin aile içi bir meseleden ibaret olmadığını özellikle vurgulamaya çalıştık.
Hem geleneksel medya hem de sosyal medya üzerinden milyonlarca kişi hazırladığımız bu kısa filmi gördü. Sadece Twitter’da videomuz 500 binden fazla kişiye ulaştık. Toplumun her kesimden destekleyici yorumlar aldık. Gerçekleştirdiğimiz bu kampanyalar ve etkinliklerle şiddet pornografisine düşmeden de bir mesaj verilebileceğini göstermiş olduk.
Ve bir kez daha şahit olduk ki bu ülkenin yüce gönüllü insanları şiddete asla fırsat vermeyecek.