4. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi Sonuç Raporu
4. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi Sonuç Bildirisi
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği ) tarafından ortaklaşa düzenlenen IV. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi 26-27-28 Kasım 2020 tarihleri arasında çevrimiçi olarak gerçekleştirilmiştir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımlarıyla gerçekleşen Zirve’de “Dijital Çağda İnsan Kalmak” teması ele alınmıştır.
Zirveye Türkiye Cumhuriyeti Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Sayın Zehra Zümrüt Selçuk, çok sayıda akademisyen, araştırmacı, yazar, bürokrat, siyasetçi, sivil toplum temsilcisi, gazeteci ve gönüllü katılmıştır.
İlk gün, açılış ve protokol konuşmalarının ardından, “Dijital Çağda İnsan Olmak Ne Anlama Geliyor” ile “Dijital Çağ ve Dini Bilginin Temsili” başlıklı panellere geçilmiştir. İkinci gün, “Kültür ve Sanat”, “Eğitim ve Eğlence” başlıklı panellere ilave olarak, dijital çağda çocuk olmaya, yetiştirmeye, dijital çağda ebeveynliğin imkân ve kısıtlarına, avantaj ve tehditlerine, aile ve kadının dijitalden etkilenme süreçlerine dair başlıkların ele alındığı konuşmalar gerçekleştirilmiştir. Zirvenin 3. gününde “Dijital Ödeme Sistemleri Fintek Ekosistemi” ve “Bilgi ve Manipülasyon” başlıklı panellerin yanı sıra, ara oturumlarda “Siber Çağda Varoluşun Sürekliliği Sorunu”, “Bilginin Dijitalleşmesi”, “Tekno-Dijital Dünyada Gençler ile Yüzleşmek” konularında, sadece sorun düzeyinde kalmayan, tartışma içeren ve çözüm önerileri de sunmaya çalışan içerikler ele alınmıştır.
Aşağıdaki hususlar, IV. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nin genel eğilimi olarak tespit edilmiştir:
- İnsan insanın gölgesinde yetişir. Dijital çağın kolaylaştırıcı teknolojilerinin hayatımızı yönlendirmesine ve insandan insana geçen bereketi engellemesine fırsat vermemeliyiz. Bugün her toplum, kendi manevi ve kültürel birikimindeki unsurları harekete geçirmelidir. İnsanın insanla olan ve başka hiçbir şeyle ikame edilemeyen hususi münasebeti, dijital dünyanın hızına ve kolaylığına feda edilemez.
- Dijital dünya, insanı hem doğadan hem Tanrıdan hem de hakikatten kopartarak kendi “aşırı gerçeklik” zeminine sürükleme gücüne sahiptir. Dijital dünyanın içindeki birey, önce insandan sonra cemiyetten uzaklaşır. Ben, hakikat ve ölüm gibi metafizik unsurlar, dijitalleşmiş dünyada tasfiyeye maruz kalmaktadır. Simülatif düzende asıl olan illüzyondur. Modern insan, simülasyon evreninde kendini merkeze koymayı amaç edinerek her şeyi araçsallaştırmıştır.
- Dijital çağda kararlarımızı özgür irademizle değil, sezgilerimizle, reflekslerimizle ve arkaik düzeydeki beynimizin dürtüsel yönlendirmeleriyle veriyoruz. Makineler bu refleks ve dürtüleri fark ediyor ve kurdukları örüntülerle neyi seçeceğimizi belirliyorlar. İnsanların duygusal tepkilerinin sensörler aracılığı ile çözülmesi ve her yerde izlenmelerinin mümkün olması, dijital hegamonyanın yaygınlaşmasını mümkün kılacaktır. Bu hegamonyanın varlığının farkında olmak ilk önemli adımdır.
4.İnsanların karar verdiğini düşündüğü ama aslında algoritmalar tarafından karar verdirilen dijital ortama “yankı odası” denir. Bu algoritmalar, önce dijital ortamda bıraktığı izler üzerinden bireyi tanır sonra da sadece onun hoşlanacağı içerikleri göstermeye başlar. Artık birey özgür değildir. Sadece kendi sesine benzer sesleri duyduğu, ilgileneceği düşünülen içerikleri gördüğü bir odada sıkışmıştır. Yankı odaları, mesajların iletilirken büyütüldüğü ve korunduğu yalıtılmış ortamlardır. Sosyal medya hesapları kişilerin yankı odalarıdır. Burada bireyin hiçbir fikri çürütülmez ve kişi kendini normallik standardı olarak kabul eder. Yankı odalarında yaşayan FOMO (fear of missing out) denilen sosyal medyadaki haberleri kaçırma korkusunun esir aldığı bireyleri korumanın yollarına ivedilikle odaklanmak zorundayız.
- Veri çağı öngörülebilirlik çağıdır. Sistemin istikrarlı çalışması için insanın da öngörülebilir hale gelmesi şarttır. Kaotik zamanlarda öngörülebilirlik değer kazanır. Kişilerin tüm dijital izlerini takip eden yazılımlar, önce insanı öngörülebilir hale getiriyor sonra da tüketmeye yönlendiriyor. Bu gayriinsani durum karşısında öncelikle, öngörülmek istemeyenlerin başkaldırısı gerekiyor.
- Veriyi merkezine alan bir dijitalleşme sürecinden geçiyoruz. Yapay zekânın olmazsa olmazı durumundaki verinin gücü ve yönetimi iyice önem kazandı. Verinin tekelleşmesi gelecekte dijitalleşmenin en büyük zaafı olacaktır. Kullanıcı verilerinin manipüle edilip bir silah gibi kullanılması çağımız için en büyük tehdittir. Verinin değere dönüşmesi ancak milli teknoloji hamlesiyle mümkündür. Dijital dönüşümün yol haritasının hazırlanmasından sorumluyuz.
- Sansür ve yasaklar çözüm olamaz. Ülkemizin genç girişimci ekosisteminin çok büyük kısmı bu dijital dünyanın içinde yaşıyor ve her yasak ülkenin girişimcisini de sakatlayıp tüm ekosistemi yıkıyor. Yeni aktivizmin bireyleri organize etmesi, şirketlere ve algoritmalarının çalışma şekline başkaldırması gerekir. Çözüm noktasında akademi, sivil toplum kuruluşları, şirketler, uluslararası kurumlar ve kamu arasında daha güçlü bir iş birliğine ihtiyaç vardır. Amaç veri ihlallerinin “Greenpeace ”ini oluşturmaktır. İnsanlar makineye kaptırdıklarını geri istemek ve almak zorundadır.
- İnsan beyninin öğrenme, analiz, iletişim ve duyguları anlama gibi becerileri vardır. Zekâ sorun çözme becerisidir; bilinç ise kızgınlığı, coşkuyu, acı ve aşkı hissetme yetisidir. Bu nedenle ‘yapay zekâ’nın insan bilincinin yerine geçmesi şimdilik mümkün değildir. Yeni ve çok büyük bir dünya vaadiyle karşımızda duran dijital çağda, ancak “anlam dünyamızı” koruyarak insan kalabiliriz. Bütün çağlarda olduğu gibi dijital çağda da anlam dünyamızı Din, Sanat ve Felsefede bulabiliriz.
- Çevre dediğimiz, çocuğun etkileşim içinde olduğu her şeydir. Dijital ortam, pandemi gibi olağandışı süreçler, anne, baba, okul arkadaş gibi faktörlerin tümü çocuğun psikoloji, davranış ve ahlaki gelişimini doğrudan etkiler. Bugün çocuklar, internet gibi kontrol edilemez bir dünya ile sürekli etkileşim halinde. Buna bağlı olarak son 10 yılda yalnızlık duygusu hissetme gibi duygusal güçlükler, dijital bağımlılık, depresyon, anksiyete, dil ve sosyal beceri gibi sorunlar çocuk ve ergenlerde artmış durumda. MR ile beyin görüntüleme yapılarak gerçekleştirilen araştırma sonucunda, dijital bağımlı çocukların beyinlerinde gerileme ve doğal büyüyememe tespit edilmiştir. Bu sebeple ebeveynlerin ekrana sınır koyma davranışı göstermeleri, bu konuda kararlı ve örnek olmaları zorunludur.
- Çocuğun temel ihtiyacı anne baba sevgisi ve ilgisidir. Sevgi kendisini ilgiyle, ilgi de birlikte zaman geçirmekle belli eder. Yalnızlık teknoloji bağımlılığına, yasaklama çocuklarda gerilime ve saklama davranışını artıracaktır. Yetişkinlerin çocukla kuracağı güven ilişkisi içinde dijital ortamdaki aktivitelere katılması, hem dijital dünyayı tanımaları hem de çocuklarına rehberlik etmeleri noktasında önemlidir.
- Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, gençler artık aile, okul ve sosyal ilişkiler vasıtasıyla değil dijital mecralarda öğreniyorlar. Bu durum hoşgörüsüzlük ve empati eksikliği gibi sonuçların yanı sıra, ideoloji, fikir, marka, spor gibi birçok alanda fanatikleşmelerine sebep oluyor. Bilimsel verilere göre, öğrencilerin okul başarıları düşüyor. Kırılgan ve ürkekler. Geç olgunlaşma gösteriyorlar. Yine çocuklarda artan dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu ve obezite sorunları da bu dijital yaşama tarzından bağımsız değil. Genç işsiz oranları sadece Türkiye’de değil dünyada da hızla artıyor. Çünkü gençler artık çalışmak istemiyorlar ve okumaktan, çalışmaktan vazgeçen, amaçsız, sosyal becerileri düşük bireyler ortaya çıkıyor. Burada temel önleyici olarak yine aile iletişimi ve etkileşiminin insan kalabilmede hayati öneminin olduğu aşikârdır. Aile içi şiddetsiz ve iyi iletişime yatırım yapmak, her yaşta bireyler için bunu eğitimle planlamak ve eğitimleri yaygın ve ulaşılabilir kılmak zorundayız.
- Dijital kaygı dijital bir sendromdur ve aşırılığa işaret eder. Aşırı kaygı paralize edici, makul kaygı üretici ve yapıcıdır. Ebeveynin dijital kaygısı çocukları olumsuz etkiliyor ve yeni teknoloji ile oluşan imkânları kaçırmamıza sebep oluyor. Dijital kaygıyı yenmek ancak dijital okuryazarlık denilen yetkinlikle mümkün olabilir. Ebeveynlerin ve eğitimcilerin dijital okuryazarlık kazanması noktasında Devletin ve STK’ların etkili ve hızlı çözümler getirmesi gerekmektedir.
- Karşımızda yapay zekâ gibi hiç unutmayan yeni bir gerçeklik var ve biz onunla ne yaptığımıza dair bilinçlenmek zorundayız. Kaydedilen görüntünün, sesin, bilginin nerede saklandığını bilmiyoruz. Mahremiyet ve özgür irade, sanatın da algoritmalar dünyasındaki iki temel sorun. Sanatçılar dijitalde zihinsel mahremiyetini nasıl koruyacak? Sizi tahmin eden sistemler varsa nasıl yeni bir şey yaratacaksınız? En doğru tahminin yaratıldığı bir dünya sanat için kabul edilemez.
- Sanat, hayal gücünü kullanabilme kapasitesidir. İnsanın zarar verici olanı anlama gibi bir kabiliyeti var. Eğer bunu kullanırsa anlayacaktır ki, dijital dünya ve yarattığı yeni gerçeklik, sanat ve sanatçılar için çok büyük imkânlar ve ilhamlar sunuyor. Sanal dünyada yaşadığımız problemleri irade, bilinçlenme ve önyargısız teknolojik düşünme yöntemleriyle çözebiliriz.
- Kadınların dijital teknolojileri kullanarak iş yapmalarının önünde bazı engeller var. Münferit data sermayelerine yatırım eksikliği, kadınların erkeklere göre daha az güvenceye sahip olmaları, dijital teknolojilere erişim eksikliği, maddi ve ailevi engeller, dijital okuryazarlık ve yabancı dil problemi gibi engeller bunlardan bazıları. Çözüm olarak, kadınların daha fazla veri sermayesine yatırım yapmaları için kredi almaları kolaylaştırılabilir. Online eğitimler ve çevrimiçi kurslarla, dijital ve mesleki eğitimlerle kadınlar desteklenebilir. Yerel çözümler ve dünya çapında yaklaşımla dijital çağda kadınları güçlendirebilir, cinsiyet adaletsizliğinin yol açtığı problemler karşısında önemli bir mevzi kazanabiliriz.
- Kadınların biyolojik farklılıkları ve hamilelik, doğum, emzirme gibi süreçleri erkek egemen iş dünyasında eksiklik ve engel olarak görülüyor. Biyolojik farklılıklar ayrımcılık sebebi olamaz. Kadınların iş hayatında varlık ve başarı gösterebilmeleri için bütün bir paradigmanın değişmesi, toplumsal cinsiyet adaletinin kanunlarla desteklenmesi gerekiyor
- Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, kadın girişimciliğini, kadın istihdamını artırmak ve kadınların ekonomiye katılımını sağlamak amacıyla, bilgi ve iletişim teknolojileri alanındaki eğitimlerde kadınlara öncelik vermektedir. Kadınların dijital teknoloji becerilerinin geliştirilmesi için STEM eğitimlerinin artırılması gerekiyor. KOSGEB son yıllarda kadın girişimcilere daha fazla destek veriyor. “Dijital dünyayı ekonomik desteklerin dışında şiddeti önlemek amacıyla da hayata adapte eden devlet, uygulanan Kadın Destek Sistemi Mobil Uygulaması (KADES) ile acil durumlarda kadınlara 5 dakika içerisinde yardım sağlıyor.”
- Dijital mecra, yabancı dil eğitimi için önemli avantajlara sahiptir. İçeriklerin etik ve pedagojik gözetiminin de sağlandığı bir düzlemde, dijital mecra, çocuklar ve gençler için dili daha hızlı öğrenip kendi içeriklerini üretebilecekleri bir imkân olarak kullanılabilir.
- Dijital öğretmenlikte yeni becerilerin geliştirilmesi gerekiyor. Beden dili ve jestlerin kullanımı, mizahtan ve dijital içeriklerden yararlanma gibi yöntemler, öğrencilerin hem öğrenim sürecine katılımını hem de akademik performansını artırıyor.
- Merak ve bilim birbiriyle iç içe kavramlardır. Çocukların yaratıcılık kabiliyetini motivasyonla geliştirmek, onların üstündeki baskıyı kaldırmak, merak ettiklerini deneyimlemelerine ve hata yapmalarına izin vermek gerekir. Merak uyandırıcı sorular, felsefi sorgulamalar, doğa gözlemleri ve deneylerle eğitim süreci desteklenmeli, teknoloji eğitim sürecinin dışında tutulmamalıdır.
- “Meta bilgi” adı verilen ve “bilgi üzerine bilgi üretmek” olarak açıklanan bilgi türü, dijitalleşmeyle birlikte hızla üretilmeye ve kullanılmaya başlanmıştır. Meta bilgi beraberinde bilgi enflasyonu da doğuran ve insanın tahlil yeteneğini körelten bir yenilik olarak görülmektedir. Bir metin dijital ortama hangi amaçla ve neyi öğretmeyi hedefleyerek aktarılmıştır sorusu, dijital kullanıcılar için son derece önemlidir.
- Özellikle üniversite seviyesi için çevrimiçi eğitim, öğrencileri doğru içeriklere ve kaynaklara yönlendirdiğimizde etkili ve verimli oluyor. İstediği yerde ve zamanda ders takip etmek, içerik ve öğretmen seçebilmek, öğrenme sürecini kendine göre planlayabilmek gençlerin talep ettiği bir öğrenme modeli. Bu modele uygun dijital eğitim içerikleri hazırlanmalıdır.
- Geleneksel usta-çırak metoduyla bilgi aktarımı, genel müzik eğitim programına kıyasla çok daha etkili ve ufuk açıcı. Müzikte eğitim modelleri belirlenirken bu fark dikkate alınmalı. Fakat buna dair imkânın olmadığı yerde, dijital ortam müzik eğitimi için çok verimli olabilir. Her çocuğa bir müzik aleti verme imkânımız olmasa da tablet veya bilgisayar erişimi olan her öğrenci, sanal enstrüman ile enstrüman deneyimleme şansı bulur. Sınıf öğretmenlerinin müzik dersine de girdiğini düşünürsek, dijital içerikler öğretmenlerin de verimliliklerini artıracaktır. Dijitalleştirmenin bir reform değeri olması için mevcut eğitim modeli yeniden yapılandırılmalıdır.
- Fiziksel eğitim, bilgi aktarımıyla eş zamanlı yürüyen sosyal etkileşim, akranlar arası iş birliği, bağlam alışverişi, sorarak öğrenme, müzakere, çatışma çözümü üretme gibi eğitim açısından önem arz eden özelliklere sahip. Bu imkânları içermeyen çevrimiçi eğitim ise bilgi edinme, bilgi dağarcığını genişletme, dil eğitimi, kodlama gibi alanlarda daha etkilidir. Fizikselden çevrimiçine geçiş, öğretimde neyin önemli olduğunu da değiştirecektir.
- Dikkat dağınıklığı konusunu dijital eğitimin bir sonucu olarak göstermek doğru bir yaklaşım değildir. Bazı nörobilimcilerin öne sürdüğü, “gençlerin beyinleri teknoloji sonrası değişime uğradı, onlardan kitap okumalarını ya da karmaşık kavramları tartışmalarını bekleyemeyiz” şeklindeki argümanlar, entelektüel bilginin önünü keser, eğitim standardını düşürür ve gençlerin kapasitesini görmemizi engeller. Sorun eğitimin çevrimiçi olmasında değil, çevrimiçi ortamda verilen eğitimin ilgi çekici, uyarıcı ve bu mecraya uygun olmamasıdır. Çözüm, içeriğin dijitale uygun şekilde yeniden yapılanmasıdır.
- Yapay zekâ ile yapılan insan çalışmaları gösteriyor ki, insan gelecekte bu dünyayı, kendi türünü değiştirerek üretmiş olduğu “insanımsılar” ile birlikte paylaşacak. Bu teori karşısında bazı ahlaki soruları sormak ve sonuçlarını düşünmek zaruridir: “İnsanımsıları kim hangi amaçla yönetecekler?”, “İnsanımsıların hangi amaca yönelik olduğuna kim karar verecek?”, “İnsanımsılar kendilerine yüklenen bilgileri özgürce kullanabilecekler mi ve ahlaki bilinç geliştirebilecekler mi?”, “Hangi tür değerlerle yetişecekler? İnsanımsıların oluşturacağı toplum nasıl bir yapıya sahip olacak?”. “Hukuk şartları, nasıl karşılanacak?” gibi sorulara geniş uzlaşı zemininde cevaplar aranmalı, beklenti ve iddialar felsefe, etik ve hukuk zemininde tartışılmalıdır.
- Kabileleştirilmiş uluslar ve sömürgeci devletler, insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak yaşadığımız siber çağda sömürgecilik çok daha büyük ölçekli ve tehditkâr durumda. Dijital çağda sömürgecilik etkisini derinleştirirken toplumları da belirleyip kategoriye sokmuştur. İnsanları birbirlerine denk kabul etmedikçe hiçbir sorunu çözemeyiz. Bu çağda ahlaki sorunları dile getirmek, felsefi zeminde tartışmak ve insandan yana çözümler üretmek gerekmektedir.
- Nesnelerin interneti adını verdiğimiz bu dünya her gün yenileniyor. Karşımızda tüm verileri toplayıp saklayan ve insanlığa sunan bir dünya var. Hayatımızdaki her şey dijitalle etkileşim halinde. Bu yüzden verinin kontrollü ve güvenli ortamda toplanması ve özel bilgi gizliliği için belli sistemlerin oluşturulması gerekmektedir. Veri ve yapay zekâyla ilgili farklı ekosistemlerdeki kaotik durumu sadece standartlar belirleyerek çözebiliriz. İnterdisipliner çalışmalarla yapay zekâ, nesnelerin interneti ve “big data ”ya dair ilkeler belirlenmeli, kilit teknolojilere yatırım yapılmalı, veri gizliliği ve veri korunması gibi konularda uluslararası standartlar getirilmelidir.
- Dijital dünyada karşılaştığımız verileri mantık süzgecinden geçirmek zorundayız. Güvenilir kaynaklara yönelmek işimizi kolaylaştırır. Verinin tıp, hizmet, sağlık beslenme teknoloji gibi her alanda kaliteli ve güvenli olmasını gözetmek insan hakları kapsamındadır. “Büyük veri”de veriyi büyük yapan kullanıldığı bağlamdır, kendisi değil. Bu sebeple veriyi değil bağlamı yüceltmeliyiz.
- Dijitalleşmeyle birlikte Finansal Teknolojiler de (FİNTEK) gelişim gösterdi. Sözleşmelerin uzaktan imzalanması, uzaktan müşteri edinilmesi gibi kavramlar ön plana çıktı ve siber güvenlik, kritik alanlardan biri haline geldi. Finansal sistemimizi ve bankacılığı dijital çağa uyumlu hale getirmemiz gerekiyor. Teknolojiyi etkin kullanan kuruluşlar sektörde ilerleme kaydediyor. Banka şubelerinin sayısı azalıyor. Hem kuruluşlar hem de müşteriler mobil bankacılık sistemini tercih etmeye başladı. Türkiye, teknolojide millileşme stratejisi çerçevesinde birçok noktada dönüşümü sağlamış durumda. Burada ihmal edilmemesi gereken nokta, kullanıcı bilgi ve donanımını güvenlik açısından sürekli olarak güncellemektir.
- Dijitalleşmeyle birlikte “medya dindarlığı” ve yeni dini hareketler yaygınlaştı. Dini bilgi, bireylerin önünde kıstas olmaksızın kendine uyarlayabildiği ve yayabildiği bir bilgi türü haline geldi. Dinlerin kutsal kabul ettikleri inanç, bilgi, değer ve semboller, din dışı dünya tarafından sanal ortamda eleştiri malzemesi yapılabiliyor. Aynı dinin içinde farklı söylemler ortaya çıkıyor ve bunlar çatışmaya dönüşüyor. “Dijital gelişmelerin dine etkisi ne olmuştur”, “Dini hayatın teknoloji karşısında aldığı şekil nasıl olacaktır” gibi soruların cevapları titizlikle aranmalıdır.
- Dijital dünyada şahsi görüş ve sanal ilgi hâkim olmuş, dinin hakikat iddiası izafileşmiştir. Teknolojik dünyada insanlar dini konuları da internetten araştırıyor ve sorularına internette cevap arıyorlar. Bugün Kur’an ve dini metinlerin yorumlanması, ezan vakti, kıble tayini gibi uygulamalar; canlı Cuma namazı kıldıran, yapay zekâ tarafından fetva verilen siteler var. Konu, ilgili paydaşların sürekli olarak üzerinde çalışması gereken bir alan olarak belirmiştir.
- İslamofobi dünyada bir ideoloji olarak güçleniyor ve yaygınlaşıyor. Bu ideolojinin araçları, taşıyıcı söylemleri ve dezenformasyon gibi tahrif edici bir gücü var. İslamofobi ideolojisinin taşıyıcı aktörleri medya, akademi ve siyasettir. İslam karşıtı söylemler, kitlesel iletişim araçları ve köklü mekanizmalarla dolaşıma sokulan hikâyelerdir. Dünyadaki İslam düşmanlığı hareketini, şu an hâkim olan seküler paradigmalar açısından değerlendirmek gerekir. İslam seküler referanslara sahip olan batı için, batının ötekisidir. Müslümanların her türlü duruma maruz bırakıldığı bu hikâyede özne konumunda olması için, Türkiye’nin kendi medya araçlarını ve söylemini üretmesi gerekmektedir.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.