Başkan Gümrükçüoğlu’nun Diriliş Postası Mülakatı
Kültürel değerlerin korunup gelecek nesillere aktarılması aile ortamında sağlanıyor. Yani aileler kültürün korunup aktarılmasında etkin rol oynuyor. Aile ile birlikte kişisel ve toplumsal değerleri korumak adına KADEM nasıl bir yol izliyor? Kültürel değerlerin aktarımı ve genel anlamda faaliyetlerinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
Aile, sizin de belirttiğiniz gibi bireylerin maddi-manevi ihtiyaçlarının karşılanması ve kültürel değerlerin benimsenmesinde ciddi rol oynayan bir kurum. Hepimiz ailemizden aldığımız kültürel mirasla bir kimlik ediniyor ve toplumsal hayata dâhil oluyoruz.
Ayrıca topluma “biz” olma duygusuna sahip bireyler kazandırmada ilk basamak, aile… Bu yönüyle toplumsal düzeni de besliyor. KADEM, ailenin bu kadim misyonuyla ilgili olarak yürüttüğü farkındalık çalışmalarına kurulduğu ilk günden beri sürdürüyor.
Söylemlerimizde her zaman sağlam bir ailenin kişisel mutluluk kadar toplumsal huzurun da teminatı olduğunu vurguluyoruz. Kadın ve erkeği, aileyi ayakta tutan “İki İnsan” olarak kabul ediyor, onların birbirinin tamamlayıcısı ve destekçisi olduğunu düşünüyoruz.
KADEM olarak biz, ailenin güçlenmesi için çeşitli eğitim ve seminerler düzenliyoruz. Örneğin, iki yılda bir düzenlediğimiz Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nin odağında ailenin güçlendirilmesi konusu yer alıyor. Yurt içinden ve yurt dışından alanında uzman, aile konusunu da çalışan akademisyenlerle düzenlediğimiz bu zirveyle özellikle kültürel kodlarımıza ve ihtiyaçlarımıza uygun akademik bir literatür oluşturulması için gayret ediyoruz.
Günümüzde aile, sosyal değişimlere bağlı olarak maddi ve manevi açıdan çok yönlü bir yapıya dönüştü. Fakat geçmişte olduğu gibi bugün de manevi değerlerin çocukların ve gençlerin dünyasında yer edinebilmesini sağlayan kanalın yine aile olduğuna inanıyorum. Manevi eğitimin pratik ve uygulanılabilir olmasının yanında sürdürebilirliğinin sağlanmasını da önemsiyoruz. Bu sebeple, aile içi iletişim ve değerler eğitimi konulu pekçok çalışma yürütüyoruz.
Biz güçlü ailelerin ancak güçlü kadınlarla var olabileceğine inanıyoruz. Dünya genelinde yapılan araştırmalar, eğitim almış ve mesleğini icra eden kadınların, ailelerini de güçlendirdiğini gösteriyor.
Bizler de bu bağlamda yürüttüğümüz Geleceğe İşbaşı ve İnovasyonda Kadın gibi uygulamaya dayalı projelerle kadınlara farklı alanlarda girişimcilik eğitimleri veriyor ve onların iş hayatında gösterdikleri çabayı destekliyoruz. Geleceğe İşbaşı’nda çeşitli sebeplerle örgün eğitimden yeteri kadar faydalanamamış kızlarımıza mesleki eğitim veriyor ve istihdam edilmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Elbette bu noktada kendi kişisel gayretleri de aktif rol oynuyor. İnovasyonda Kadın projesinde ise kadınların hayallerine ulaşmasına yardımcı oluyor ve yepyeni icatlarla hayatımızı zenginleştirdiklerine şahit oluyoruz. Ayrıca her şehrin kendi yerel imkânlarını kazanca dönüştürdüğümüz projelerimiz de mevcut.
Aile söz konusu olduğunda mülteci aileleri bir arada tutabilmeyi de sağlamaya yönelik, mülteci kadınlarla ilgili çalışmalarımız oldu. Kendi yurtlarından göç etmek zorunda bırakılan bu insanlar, ülkemizde var olmak ve hayata tutunabilmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre Türkiye’de yaşayan Suriyeli mültecilerin %75’i kadın ve çocuklardan oluşmakta. Göç eden nüfusun büyük çoğunluğunu temsil eden ve daha fazla hak ihlali riskiyle karşı karşıya olan bu kadınların gerçek problemlerini çözmeye yönelik olarak, yakın zamanda Kadınlar Göç Yolunda ve Mülteci Kadınlar Sosyoekonomik Araştırmalar ve Uyum Projelerini gerçekleştirdik. Yaşadıkları travmalarla başedebilmeleri için psikolojik desteğin yanında, hukuki alanda da destekler verdik. Zira zorunlu olarak yurtlarını terk etmiş olan bu kadınların ailelerini bir arada tutabilmeleri, çocuklarına huzurlu ve güvenli bir hayat sunabilmeleri için hem psikolojik hem de sosyal anlamda güçlendirilmeleri çok önemli.
Geleneksel aile yapısı ve bugünün aile yapısı arasında ne gibi farklılıklar var? Modernleşme süreci ile ailede yaşanan değişimler neler oldu? Bu değişimlere ne gibi bir stratejiyle yaklaşmak gerekiyor? Değerlendirebilir misiniz?
Günümüzde insanlar, geleneksel dönemden farklı olarak, bireysel bir hayatın içinde daha fazla mutlu olacaklarına inanıyor. Çünkü modern dönemde rüştünü ispat etmenin ölçüsü, genellikle aile bağlarından âzâde olmakla ifade ediliyor. Fakat biz inanıyoruz ki bu bakış açısının insana mutluluk ve huzur getirmesi mümkün değil. En basitinden “aile gibi olmak” tabiri bile çoğu zaman toplumsal ilişkilerin insana huzur ve mutluluk veren halini anlatıyor.
Bugün, modernleşme süreciyle birlikte farklı kuşaklarda aile yapılarının değiştiği göze çarpıyor. Örneğin, tek ebeveynli aileler çoğalıyor ve çocuklar anne ya da babasından uzakta bir hayat sürüyor. Geniş aile mefhumu modern hayat dinamiklerini ne yazık ki zorluyor. Mesleki hayatın yoğunluğundan evlilikler ve çocuk sahibi olmak ileri yaşlara ertelenebiliyor ve bu sebeple nüfusun yaşlanma eğiliminde olduğu da bir gerçek. Bütün bunlar aslında aile kurumuna her zamankinden daha fazla ehemmiyet vermemiz gerektiğini gösteriyor.
Bunların yanı sıra bu dönemde ailenin önemli kazanımları da oldu. Özellikle kadınlar eğitim imkânlarından daha çok yararlanmaya başladılar. Bilgi ve becerilerini artırdılar. Çalışma hayatına dâhil olmaları ile aile ve topluma artık farklı açılardan da katkı sunuyorlar.
KADEM olarak biz de hayatın her alanında kadın ve erkeğin rol paylaşımının adil ve etkin olması gerektiğini vurguluyoruz. İnsanların aile huzurunun korunabilmesi için bizim de sıklıkla dile getirdiğimiz iş-aile dengesinin sağlanması adına geliştirilen politikaların öne çıkarılmasını arzu ediyoruz.
İnsan ve mekân birbirini şekillendiriyor. Maalesef günümüzde modern mimari sağlıklı bir aile yapısı için uygun değil. Aileler, çok katlı binalarda komşuluk ilişkilerinden uzak yaşıyor; sosyal hayata dâhil olmak için yalnızca alışveriş merkezlerini kullanıyorlar. Yine bu ailelerin çocukları ayakları toprağa değmeden, komşu çocukları ile arkadaşlık kurmadan büyüyorlar. Evler, aile fertlerinin hayatını kolaylaştıran, bir arada huzurla vakit geçirebilecekleri alanlar. Birlik ruhunu besleyecek mekân olarak evlerin yeniden ihya edilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Bu noktada siyasi otoriteden akademiye, sivil toplum kuruluşlarından medya kanallarına kadar söz sahibi olan herkesin; ailenin varlığını korumanın, kişisel ve toplumsal değerlerimizi korumak olduğunu her fırsatta vurgulaması gerekiyor.
Kadını güçlendirdiğiniz için aile kavramını yıkmaya sebep olduğunuz söyleniyor. KADEM aileyi mi kadını mı güçlendiriyor?
Bu mesele aslında içinde mantıksal bir bütünlük barındırıyor. Şöyle ki, KADEM, kadını ve erkeği her şeyden önce özellikle aile içinde konumlandırıyor. Her ikisinin de aileden beslendiğine ve aileyi korumakla sorumlu olduğuna inanıyor. Dolayısıyla kadını güçlendirme söylemini aileyi güçlendirme söyleminden bağımsız görmüyor. Yani kadını güçlendirmek demek aileyi oluşturan diğer unsuru yani erkeği güçsüz bırakmak demek değil. Kadın ve erkek eğitimli, bilinçli, kendine saygılı ve toplumsal yeterliliğe sahip olduğunda, oluşturdukları ailenin daha da güçlü olması kuvvetle muhtemel.
Bizim gayemiz, hem kadının hem erkeğin hak ve sorumluluklarını benimsediği, aile içi ilişkilerin sevgi, saygı, merhamet ve muhabbet üzerine kurulu olduğu bir aile yapısını desteklemek.
Kadının öz saygısının gelişmesi, aile ve toplum hayatında kendini gerçekleştirebilmesi için kişilik olarak da güçlenmesi gerekiyor. Aileler güçlünün tahakkümü veya güçsüzün tahammülü ile değil, sevgi ve saygı ile yürüyor.
Buradan hareketle aslında kadınla alakalı yapmış olduğumuz tüm çalışmalar ailenin güçlenmesi anlamına da geliyor ki bu bizim temel motivasyon kaynağımız. Temsilciliklerimiz bulundukları illerde aileyi odak noktasına alan eğitimler düzenliyor. Bu eğitimlerin sonucunda, aile birliğinin kuvvetlendiğini ifade eden üyelerimiz oluyor.
Dolayısıyla aynı çatı altında yaşayan herkesin o çatının ayakta kalmasında bir payı var, kadın ya da erkek kim desteğini çekerse aile birliği çatırdamaya başlıyor. Toplum olarak kültürel ve manevi değerlerimizi muhafaza ederek değişen şartlara uyum sağlamak için yeni bir bakış açısına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bireyselleştikçe ve modern dünyanın içinde değerlerimizi yitirdikçe ailenin zayıflaması olağan. Bunu kadının güçlenmesine bağlamak ise asıl üzerinde düşünmemiz gereken saikleri gözden kaçırmamıza yol açıyor. Bunu çok tehlikeli buluyorum.
Kadın cinayetleri ve şiddet konusunda yoğun bir mücadeleniz var. KADEM bu konuda şiddetin önlenmesi için nasıl bir çözüm öneriyor?
Öncelikle KADEM kurulduğu günden itibaren sadece kadına yönelik değil; herkese karşı, her türlü şiddetin son bulması için çalışıyor. Bu nokta bizim için çok önemli. Şiddet mağduru olan her kim varsa KADEM, bu meselede mağdurun yanında olmayı kendisine görev biliyor. Öte yandan toplumda, fiziksel olarak daha güçsüz olduğu için çoğunlukla kadınların şiddet mağduru olduğu da bir gerçek. Bunu ifade etmezsek hakkaniyetli bir tespit yapmış olmayız. Bir kadın derneği olarak elbette kadınların yaşadığı mağduriyetler ve kadına yönelik şiddet öncelikli konularımız. Bundan daha tabii bir durum olamaz.
Son dönemlerde devletimiz şiddete karşı sıfır tolerans anlayışı ile hareket ediyor ve bu durum şiddetle mücadelede ciddi adımlar atılmasına sebep oluyor. 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun bunlardan biri. Bu kanun kapsamında kadına yönelik şiddetin önlenmesinde şiddete başvurana karşı alınan tedbir kararlarının hayati bir öneme sahip olduğuna inanıyoruz. Şiddete uğrayanı failin elinden almak, kavgayı ayırmak ilk etapta en önemli nokta. En akut müdahale.
Etkin çözüm noktasında ise öncelikli olarak, şiddetle mücadele konusunda yetkin, mağdurun psikolojisini anlayabilecek gerekli donanıma sahip bireylerden oluşan, uzman birimlerin kurulması gerektiğini düşünüyoruz.
Şiddete maruz kalan kadınların yardım isteyebilmeleri için kendi yasal hakları konusunda bilgi sahibi olmaları gerekiyor. Fakat ne yazık ki her kadın eğitim imkânlarından yeterince istifade edemiyor. Dolayısıyla haklarını öğrenemiyor ve kendini tamamen çaresiz hissediyor. Ancak şiddetin herhangi bir türüne maruz kalan kadınlar şunu bilmeli ki, hukuk şiddet mağdurunu koruyor. Mevcut yasalar doğru ve etkili bir biçimde uygulandığında
şiddetin önlenebilir olduğu açığa çıkıyor. Ayrıca failler için de ciddi hukuki yaptırımlar söz konusu.
Gerçek şu ki şiddetle mücadelenin en etkin yolu hepimizin merhamet şuurunu kuşanmasıdır. Herkes ancak kendi tutum ve davranışlarında bu hassasiyeti benimsedikçe öfke kontrolü sağlanabilir.
Kadın ve erkeğin birbirini anladığı, önemsediği, değer verdiği bir toplum, bizim kültürel kodlarımızda zaten mevcut. KADEM olarak yapmaya çalıştığımız, unutulan bu değerlerimizi ihya etmek ve canlılığını korumaktan ibaret…
Kadını neden korumalıyız? Yasalar ve yaptırımların bu konuda yetersiz kaldığını düşünüyor musunuz?
Hayır, bilakis. Ülkemizde şiddeti önlemeye yönelik yasalar pek çok ülkeden daha özenli düzenlenmiş durumda. Ayrıca Türkiye, son yıllarda yapılan mevzuat çalışmalarıyla da konuya dair ciddi adımlar attı. Bu sorun, temelde yasalar veya yaptırımların yetersizliğinden ziyade kanunların etkili ve caydırıcı olarak uygulanmamasıyla yakından ilgili. Nitekim şiddet gören bir kadın bunu emniyet birimlerine bildirdikten ve yardım istedikten sonra kolluk kuvvetlerinin “kol kırılır, yen içinde kalır” şeklindeki yaklaşımları ve söz konusu talebi dikkate almaması yasalardan değil; bilakis yasanın uygulanmasındaki aksaklıklardan kaynaklanıyor.
Dünyanın birçok yerinde maalesef şiddete yönelmeyi bir çeşit kendini ifade etme biçimi olarak benimseyen insanlar var ve görünen o ki bu sayı hiç de az değil. Yani şiddet sadece bizim ülkemizin bir sorunu değil.
Bununla birlikte ne yazık ki kadınlar özellikle fiziksel zayıflıklarından ve toplumsal cinsiyet adaletinin hakkıyla işletilememesinden dolayı hemen her toplumda daha fazla şiddet görüyor.
Bizler kadını ve erkeği kul olma noktasında eşit gören bir inancın kültürel atmosferinde yaşıyoruz. Bu açıdan düşündüğümüzde fiziki, psikolojik ya da ekonomik anlamda şiddete maruz kalan kadınların hak arayışlarında bir engelle karşılaşmadıklarından emin olmamız gerekiyor. Ayrıca kadın ve erkeğin hem toplumdaki yeri hem de sosyal ve ekonomik hakları bağlamında aynı seviyeye getirilmesi için bütün koruyucu önlemlerin alınmasını sağlamalıyız.
En çok eleştiri aldığınız konulardan biri İstanbul Sözleşmesi. Bu sözleşme hakkındaki görüşleriniz nelerdir? LGBT gibi yönelimlere kapı aralayan maddeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki İstanbul Sözleşmesi ile ilgili toplumda ciddi bir dezenformasyon var. Bu dezenformasyon ile sözleşme temel amacından uzaklaştırılıyor ve ona farklı niyetler yükleniyor. Ne yazık ki bu durum ailenin yıkılması gibi engellenmeye çalışıldığı iddia edilen hususların propagandasına hizmet ediyor. Özellikle bunun altını çizmek isterim, bu çok tehlikeli.
İstanbul sözleşmesi bir kanun maddesi değildir. Şiddeti önlemeye yönelik hazırlanan uluslararası bir sözleşmedir ve birçok ülkenin katılımıyla 2011 yılında imzalanmıştır. Bildiğiniz gibi KADEM o tarihte henüz kurulmamıştı. Dolayısıyla sözleşmeyi öneren ya da imzalayan bir taraf olmadığımız kendiliğinden açığa çıkıyor.
İstanbul Sözleşmesi temel olarak şiddetle alakalı bir sözleşmedir. Şiddetin nereden ve kimden geldiğine bakmaz. Şiddete uğrayan kişinin kadın, çocuk, yaşlı, engelli, göçmen demeden korunması gerektiğini söyler. Toplum düzeninin teminatı olan devlet bunu yapmak zorundadır. Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerinin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek ise en hafif tabirle kötü niyetliliktir. Uluslararası sözleşmelerde birçok toplumun yaşadığı şartları kapsayan genel ifadeler kullanılır. Yerel düzeyde ise bu genel ifadeleri zoraki yorumlarla eşcinsel savunuculuğuna tevil etmek meseleyi bağlamından kopardığı gibi bu sözleşmelerin amacının dışına taşınmasına hizmet eder.
Öte yandan İstanbul Sözleşmesi hukuken üst bir metin. Yani genel bir çerçeve sunmak üzere hazırlanmış. Sözleşmeyi kabul eden devletler, bu üst metinlerden hareketle kendi hukuk anlayışlarına uygun kanunlar oluşturuyorlar. Bizim İstanbul Sözleşmesi ile ilgili uyguladığımız 6284 sayılı kanunda da sözleşmenin suçlanmasına sebep olan farklı cinsel yönelim ifadesine benzer ne bir cümle bulunuyor ne de bunun tek bir imâsı. Dolayısıyla sözü edilen tehdit unsurları bizim aile ve toplum hayatımızın zaten dışında kalıyor.
Küçük yaşta evlilik konusunda bir defaya mahsus affedilmesi ve evde ailesine bakmak zorunda bırakılmış kadınların mağduriyetlerinin giderilmesi için TBMM’ye af kanunu teklifi verildi. KADEM’in devreye girmesiyle kanun teklifinin geri çekildiği anlayışı hâkim. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Her şeyden önce KADEM’in sadece bir sivil toplum kuruluşu olduğunun altını tekrar çizmek istiyorum. Bizler de diğer STK’lar gibi çalışma alanlarımızın dâhilindeki konularla ilgili çalışmalar yapar ve raporlar hazırlarız. Nitekim bunu her STK yapıyor.
Diğer taraftan, bildiğiniz gibi gerek kendi hukukumuzda, gerekse uluslararası hukukta 18 yaşından küçükler çocuk kabul edilir. Medeni Kanun’daki çeşitli uygulamaları da dikkate aldığımızda erken yaşta evlilikten söz edildiğinde; 16 yaşın altında, yani en büyüğü 15 yaşında olan kişilerin resmi ve hukuki olmayan evliliklerini anlıyoruz.
Henüz hukuki olarak kendi sorumluluğunu taşıyamayan 15 yaş ve altı kişiler, evlendiklerinde hem kendileri hem de toplum yapısı için belirleyici ve yönlendirici bir rol üstlenmiş oluyor. Evlilik rolünü üstlenmeye gerek biyolojik gerekse sosyo-psikolojik anlamda henüz hazır olmayan çocukları böyle bir sorumluluk altına itmek takdir edersiniz ki kişisel gelişimlerini olumsuz etkiliyor. Genel olarak erken yaşta evliliklerin günümüz şartları düşünüldüğünde bu gibi sebeplerle uygun olmadığı kanaatindeyiz.
Meclise sunulan yasa teklifine gelince, o gün meclise gelen teklif metninde farklı mağduriyetlerin oluşma riski büyüktü. Mesela söz konusu kanun, teklif edildiği şekliyle mecliste kabul edilseydi, istismarcıların ve tecavüzcülerin kanunda oluşan boşluklardan yararlanma riski doğuyordu. Gerçek suçluların da istismar ettikleri kızlarla evlenip serbest kalmaları mümkün hale gelecekti. Özellikle belli bölgelerde bu şahısların güç ve nüfuz kullanarak mağduru evlenmeye zorlamaları pek âlâ mümkün. Bizler bu tehlikeye dikkat çekmeyi vazife bildik ve açıkçası bu vebali taşımak istemedik.
Sonuç itibariyle tecavüz ve istismar gibi çirkin fiillerden hüküm giyen suçluların tamamen dışarıda bırakıldığı bir kanun teklifi için çalışılması ve meclise yeniden sunulmasının daha uygun olacağına dair hukukçularla ortaklaşa bir raporhazırladık.Fakatdahasonrabuçalışmameclisegetirilmedivemeseleakimkaldı.
Öte yandan toplumumuzda her iki tarafın da rızasıyla erken yaşta gerçekleştirilen evlilikler yok mu? Elbette var. Pek çoğunun evladı olmuş ve hayata katılmışlar. Bu ailelerin babalarına, tecavüz suçundan hüküm giymiş erkeklerle aynı maddeden ceza verilmesi vicdanları yaralayan bir durum. Hiç şüphe yok ki, bu mağduriyetin de giderilmesi gerekiyor.
Nitekim bugünlerde bu alanda bir çalışma yapıldığı söyleniyor. İnşallah yeni yasama yılında konu ile ilgili çalışmalar nihayete erdirilir ve yeni mağduriyetler oluşturmayacak şekilde bir yasa kabul edilir. Böylece yıllardır evlillik hayatına devam eden çiftlerin de sıkıntısı çözülmüş ve aile birliği yeniden sağlanmış olur.