II. ULUSLARARASI KADIN VE ADALET ZİRVESİ
SONUÇ BİLDİRİSİ
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) tarafından ortaklaşa düzenlenen II. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi, 25-26 Kasım 2016 tarihlerinde İstanbul’da Wow Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilmiştir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve eşleri Emine Erdoğan Hanımefendi’nin katılımlarıyla gerçekleşen Zirve’de “Suriyeli Mülteci Kadınlar ve Sorunları” ile “Barış Süreçlerinde Kadın” konuları öncelikli temalar olarak ele alınmıştır.
Zirveye dokuz ülkeden bakan veya bakan yardımcıları ile otuzu aşkın ülkeden çok sayıda akademisyen, araştırmacı, yazar, sivil toplum temsilcisi, gazeteci ve gönüllü aktivist katılmıştır.
Zirvenin ilk günkü protokol konuşmalarıyla Bakanlar oturumunun ardından ikinci gün oturumlara geçilmiştir. Gerçekleştirilen sekiz oturuma ilave olarak zirvenin iki öncelikli konusu olan “Suriyeli Göçmen Kadın Sorunu” ile “Barış Süreçlerinde Kadın” konularıyla ilgili açık tartışma tarzında iki odak grup çalışması yapılmıştır. Yine Zirvenin fuaye alanında konuyla ilgili poster sunumları sergilenmiştir.
Zirvede gerçekleştirilen sekiz oturumda şu konular ele alınmıştır: Barış Süreçlerinde Kadın; Suriyeli Mülteci Kadınlar ve Sorunları; Çalışma Yaşamında Kadın ve İstihdam İmkânları; Siyasal Hayat, Sivil Toplum ve Karar Mekanizmalarında Kadın; Kadına Karşı Şiddet ve Ayrımcılıkla Mücadele Yolları; Kültürel Kodlar ve Erkeklik; Sinema, Televizyon ve Sosyal Medyada Kadın; Kadınların Adalete Erişimi ve Hukuk.
Aşağıdaki hususları, iki gün boyunca süren II. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nin genel tespitleri ve önerileri olarak kamuoyuyla paylaşmayı uygun görmekteyiz:
- Savaşların, çatışmaların ve terör eylemlerinin en büyük mağduru kadınlar ve çocuklarıdır. Kadınlar savaş ve çatışmalardan dolayı çok boyutlu farklı sorunlarla yüzleşmektedirler. Bu sorunlar göçmenlikten yoksulluğa, parçalanmış aileden kimsesizliğe, şiddet ve istismardan savaşın bizzat hedef kitlesi haline gelmeye kadar varan değişik boyutları kapsamaktadır.
- Bu kadar derinden etkilenmelerine rağmen kadınlar, ne yazık ki savaşlara ve çatışmalara yol açan karar mekanizmalarının yanı sıra, barış süreçlerinde ve masalarında da yeterince yer alamamaktadırlar. Kadınların etkin ve aktif biçimde yer almadıkları karar mekanizmalarından kadınlar lehine anlamlı kararlar çıkmamaktadır. Kadınların büyük bir çoğunluğu savaşlardan etkilenmesine rağmen barış süreçlerinde yer alan kadınların oranı yüzde 10’ların altında kalmaktadır.
- Savaş ve çatışmaların önüne geçerek daha barışçı bir dünyada yaşamak için kadınların yerel yönetimlerden sivil toplum örgütlerine, ulusal mekanizmalardan uluslararası örgüt ve kurumlara kadar her tür karar mekanizmasında daha fazla oranda ve etkin konumda yer almasının sağlanması gerekir. Bu bakımdan ulusal aktörlerin yanı sıra, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, uluslararası aktörleri ve kurumları bu konuda gerekli hassasiyeti göstermeye davet ediyoruz.
- Savaş ve çatışmanın olmadığı bir toplumda ve dünyada yaşamak için kadınların kendilerine de büyük görevler düşmektedir. Kadınlar pasif biçimde başkasının kendilerine tayin ettiği akibeti yaşamak zorunda değildirler. Bu bakımdan mikro ve makro düzeydeki her tür ilişki biçimini değiştirmek ve yaşamın her alanında etkilerini hissettirmek için kadınlar katılımcı bir bilinçle hareket etmeli, bu bağlamda daha aktif ve belirleyici aktörler haline gelmelidirler.
- Gerek kadınları, gerekse toplumun tümünü etkileyen tehditlerden biri de terör örgütlerinden gelmektedir. Terör örgütleri, din, dil, ırk, kültür ve etnik durumuna bakılmaksızın tüm insanlığı tehdit etmekte, dehşete yol açan eylemlere imza atmaktadırlar. Bu bağlamda 15 Temmuz 2016 tarihinde kanlı bir kalkışmaya girişen ve kadın-erkek demeden yüzlerce sivil insanı katleden Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), sadece Türkiye için değil, aynı zamanda maske takınarak faaliyet gösterdiği tüm ülkeler için önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Uluslararası kamuoyunun bu konuda daha hassas ve dikkatli olması büyük önem arz etmektedir.
- Günümüzde Orta Doğu bölgesi, savaşın en acımasız yüzünü gösterdiği bir coğrafyayı oluşturmaktadır. Suriye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kitlesel göçün en fazla oranda yaşandığı bir ülke konumundadır. Suriye’de sürmekte olan savaşın sonucunda yüz binlerce insan yaşamını yitirirken, milyonlarca aile parçalanmış, yine milyonlarca insan başka ülkelerde göçmen, mülteci veya kaçak durumuna düşmüştür.
- Suriyeli göçmenlerin en fazla sığındığı ülkelerden biri Türkiye’dir. Türkiye dört milyona yakın Suriyeli göçmene ev sahipliği yapmaktadır. Avrupa’nın göçmen karşıtı politikası Suriyeli göçmenlerle ilgili her tür maliyeti Türkiye gibi yoğun düzeyde göçmen kabul eden ülkelere yüklemektedir. Türkiye’deki kamplarda barınan göçmenlerin yüzde yetmişini kadın ve çocuklar oluşturmaktadır.
- Binlerce mülteci Avrupa’ya sığınmak için denizleri aşmaya çalışırken ölümle yüz yüze kalmaktadır. Bu bakımdan başta Avrupa olmak üzere, gelişmiş olan ülkeleri Suriyeli ve diğer göçmenlere karşı daha insani bir tutum sergilemeye davet ediyoruz. Yine Batı medyasının Batı kamuoyunu doğru ve sağlıklı biçimde bilgilendirmek için gerekli hassasiyeti ve nesnelliği göstermesini beklemekteyiz.
- Kadınların toplumsal, siyasal ve ekonomik hayatta ikinci planda kalmasına yol açan faktörlerin temelinde zihinsel kalıplar, yargılar ve bunlardan kaynaklanan tutum ve davranışlar yer almaktadır. Bu da siyaseti, liderliği ve yöneticiliği erkek işi haline getirirken; kadınları bu alanlarda geride bırakmaktadır. Kadınlar bazı durumlarda erkeklerle aynı düzeye gelmek için onların birkaç katı kadar daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu bakımdan kadınları toplumsal yaşamın her alanında geri planda bırakan zihinsel kalıpları ve tutumları değiştirmek büyük önem arz etmektedir. Eğitim politikalarının ve müfredatlarının bu anlayış üzerine bina edilmesinin büyük bir önemi vardır.
- Kadınların inanç, ırk, kültür ve etnisiteden kaynaklanan farklılıklarının bir ötekileştirilme ve dışlanma aracı olarak değil, bir zenginlik olarak görülmesi ve algılanması gerekir. Medyanın buradan hareketle tek bir kadın prototipini dayatmak yerine, kadınların farklılığından kaynaklanan zenginliğine odaklanması ve bunu ön plana çıkarması büyük önem taşımaktadır. Bu aynı zamanda toplumların birbirini anlamasına yardımcı olacağı gibi, dünya barışına da hizmet edebilecektir. Bu bağlamda medyanın, Batı’da yükselmekte olan başta İslomofobia olmak üzere her tür ayrımcı ve dışlayıcı tutumlar ve politikalar konusunda dikkatli olması ve bunlara alet olmaması büyük önem taşımaktadır. Yine başta sosyal medya olmak üzere kadın bedeninin medyada bir istismar aracı olarak sergilenmesi kabul edilemez.
- Uluslararası veya ulusal düzeyde kabul edilen düzenlemeler genel olarak kadın-erkek eşitliğini öngören bir yaklaşımla hazırlanmaktadır. Ancak kadınların uygulamada, ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte hak ettikleri yere gelemedikleri açık bir gerçektir. Yine hukuksal düzenlemelere rağmen, kadınların hukuka erişmede çeşitli zorluklarla karşılaştıkları görülmektedir. Gerek hukuksal düzenlemeleri hayata geçirmek, gerekse kadınların hukuka erişimini sağlamak için çeşitli mekanizmaların devreye sokularak kadınların desteklenmesi büyük önem arz etmektedir. Bu yolla kadınların adalete erişimi sağlanabileceği gibi daha adil bir toplumsal rol dağılımı da söz konusu olabilir.
- Kadına karşı şiddet ve istismar değişik boyutlarıyla evrensel bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Avrupa Konseyi tarafından 2011 yılında kabul edilen İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı her tür şiddeti ve istismarı önlemek bakımından önemli bir imkândır. Bu sözleşmeye imza atan ülkelerin, Sözleşmenin gereği olan yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerekir. Kadınların, gerek örgütlü, gerekse bireysel olarak İstanbul Sözleşmesi’nin hayata geçirilmesi için yoğun çaba içinde olması ve hükümetler nezdinde girişimde bulunması önemlidir.
Sonuç olarak; savaşların, çatışmaların, terör eylemlerinin, zorunlu göçlerin, şiddet ve istismarların hiç olmadığı veya en aza indirildiği bir dünyada yaşamak için kadınların her tür karar mekanizmalarında daha fazla sayıda ve daha etkin konumda yer alması gerekir. Bunun için hükümetlere, siyasal partilere, yerel yönetimlere, iş dünyasına, medyaya, sivil toplum örgütlerine ve kadınların kendilerine büyük görevler düşmektedir. Barış içinde yaşayan bir toplum ve barış durumuna kavuşmuş bir dünya sadece kadınlar için değil, insanlık, hatta canlı-cansız tüm varlıklar için gereklidir. Bunun için dünyamızın kaderini belirleyen kararlara imza atan herkesi bu bilinçle bir kez daha düşünmeye davet ediyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.