KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİNDE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ÇALIŞTAYI SONUÇ RAPORU

BASINA SUNUM METNİ

Ülkemizde her gün onlarca kadın şiddete maruz kalmakta ve hatta bazı şiddet vakıalarında ölümle neticelenen vahim sonuçlar doğmaktadır. Adli sicil istatistik verilerine göre 2013 yılında şiddetten korunmak için 176.478 kişi mahkemelere başvurmuştur. Bu günlük olarak ortalama 480 kişiye tekabül etmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verilerine göre 2014 Ekim sonu itibariyle ülkemizde mevcut 130 konukevine 46 bin 067 kadın sığınmıştır. İlk elde sunulan bu rakamlar dahi karşı karşıya olduğumuz kadına yönelik şiddetin vahim boyutlarını gözler önüne sermektedir.

Kadına yönelik şiddeti salt adli bir vakıa olarak görmenin ötesinde kadına yönelik şiddetle mücadeleyi kurumsal bir mekanizmaya bağlaması açısından İstanbul Sözleşmesi bir ilktir. Sözleşme, kadına yönelik şiddetin uluslararası düzeyde izlenmesi ve taraf devletlerin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin denetlenmesi amacıyla oluşturulan GREVIO’yu barındırması açısından da ayrıca bir öneme sahiptir.

Bu önemi gözeterek, kadına yönelik şiddetle mücadeleyi hedefleyen İstanbul Sözleşmesi dikkate alınarak hazırlanan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun hükümlerinin bir arada değerlendirilmesi, uygulamada karşılaşılan sorunlar, devletin kadına karşı şiddetle mücadeledeki yükümlülükleri ve bu yükümlülüklerin etkili bir biçimde gerçekleştirilebilmesinin nasıl sağlanacağı hususlarının tartışılması gerektiği düşüncesi ile KADEM olarak düzenlediğimiz “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesinde İstanbul Sözleşmesi” başlıklı çalıştayımız 30 Eylül 2014 tarihinde, İstanbul’da gerçekleştirilmiştir.

Çalıştayımıza İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun kapsamında çalışmalar yürüten yetkili kurumların temsilcileri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Uzmanları, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) üyeleri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) Genel Müdürü ve uzmanları, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) İl ve Şube Müdürleri, çeşitli üniversitelerden akademisyenler, STK’lar, uzman psikolog ve pedagog ve KADEM Hukuk Komisyonu avukatları nezdinde katılım sağlanmıştır. Çalıştay sonucunda ortaya çıkan ve kamuoyuna sunduğumuz çalıştay raporu, KADEM bünyesinde yapılan toplantıların yanı sıra; Av. Kezban Hatemi, Av. Fatma Benli, Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Derneği (AK-DER), Uluslararası Kadın ve Aile Derneği (UKADER), Hukukçu Hanımlar Derneği, İstanbul Kadın Platformu (İKAP), Başkent Kadın Platformu Derneği, MEDYASOFA, Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı (HEKVA), Kadın Yönetici ve Kadın Çalışanlar Dayanışma Derneği (KAYÇAD) ve İstanbul Kadın ve Kadın Kuruluşları Derneği (İKADDER) ‘nin katılımı ile KADEM olarak gerçekleştirdiğimiz toplantılar sonucunda son halini almıştır.

Çalıştay masalarında üzerinde çokça durulan ve raporda öne çıktığını düşündüğümüz hususları şöyle sıralayabiliriz;

  • Şiddetle mücadele şiddetten korunmaya ihtiyaç duyan mağdurların omuzlarına yüklenmiştir.

 

Sadece mağdurun korunmasını hedefleyen politikalar şiddetle mücadelede yeterli değildir. Mağdurun korunması uygulamasının; şiddet failinin cezalandırılması, rehabilitesi ve şiddet tehlikesinin tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik uygulamalarla desteklenmesi elzemdir, bir bütün olarak çözüm üretilmesi gerekmektedir. Mevcut yasaların pratiğinde şiddetten korunmak isteyen kadın karakola, mahkemeye, sığınma evine defalarca gitmekte, farklı kişi ve kuruluşlara sayısız defa derdini anlatmak zorunda bırakılmaktadır. Halbuki çoğu zaman şiddet faili bu dönemde uyguladığı şiddet eylemleri açıkça anlaşıldığı halde, ifadesinin alınmasından sonra serbest bırakılmaktadır. Bu durum mağdurun güvenliğine yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğu gibi, kendisinden şikayetçi olunmasından dolayı öfkelenen faili “işini yarım bırakmaması” için teşvik edici olmaktadır. Mağdurun korunması ile birlikte bu tedbiri destekleyici surette şiddet failinin etkin ve hızlı bir şekilde cezalandırılması gerekmektedir. Kadına yönelik şiddete ilişkin özel ceza infaz sistemi getirilmelidir. Koruyucu tedbir kararları verilmesi aşamasında işlenen suçlarda şiddete başvuran kişiler için denetimli serbestlik, erteleme, paraya çevirme vb. yöntemlere başvurulması engellenmelidir.

  • Mahkemeler tarafından verilen tedbir kararları şiddet mağdurlarının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır.

Kanunda şiddetin tanımı oldukça geniş kapsamlı yapılmış olmakla beraber kanun uygulayıcıları için hala fiziksel şiddet dışındaki şiddet biçimlerinin risk kapsamında görülmediğini gözlemlemekteyiz. Bu durumu kısa süreli olarak verilen ya da kanun maddelerinin tümünü kapsamayan mahkeme kararlarında görmek mümkündür. Aynı şekilde mahkeme kararlarında şiddet vakaları irdelenerek her olaya özgü tedbirler verilmemektedir. Kanunda yer alan bazı tedbirlerin sıralanması şeklinde verilen bu kararların uygulama etkisi A4 kağıdı boyutlarını geçememektedir. Halbuki kanunda yer alan tedbirler tahdidi bir yöntemle belirtilmemiştir ve hakimin vakanın özelliklerine göre öngöreceği tedbirleri vermesi mümkündür. Lakin tedbir kararlarının ivedilikle verilmesinin gerekmesi ve mahkemelerin iş yüklerinin fazla olması sebebiyle, vakaların incelenmesinin mümkün olmadığı serzenişleri mevcuttur. Mahkemelerin kanunları uygulamadaki şok edici yetersizliklerinin önüne geçmek için adli birimlerin yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Şiddet vakalarını derinlemesine inceleyecek kadına yönelik şiddete ilişkin özel ihtisas mahkemeleri oluşturulmalı, bu “şiddet mahkemeleri”nde hakim, savcı, sosyal araştırmacı, psikolog, pedagog gibi uzman kadrolar atanmalıdır. Ayrıca konunun önemine binaen ceza mevzuatında kadına yönelik şiddet ile ilgili özel bir yasal düzenleme yapılmalıdır.

  • Kadına yönelik şiddet sadece bir asayiş sorunu olarak ele alınmakta, toplumsal bir sorun olarak görülmemektedir.

Kanun şiddetle mücadelede sadece asayiş ve adli birimleri görevlendirmediği topyekun bir mücadeleyi öngördüğü halde, uygulamada asayiş ve adli birimlerin dışındaki görevlilerin kanunun kendilerine yükledikleri şiddetle mücadeleye ilişkin sorumluluklarında etkin olmadıklarını gözlemlemekteyiz. Örneğin kanun şiddete maruz kalan kişilerin kolay ve hızlı bir şekilde şiddetten korunması için “barınma yeri sağlanması, geçici maddi yardım yapılması, rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi, geçici korunma altına alınması, kreş imkanlarının sağlanması” gibi tedbir kararlarının mülki amirler tarafından verilmesini öngörmüştür. Kanunun şiddet mağdurlarının kolay ve hızlı bir şekilde ulaşmasını amaçladığı bu düzenlemenin, amacının aksine bürokratik süreçlerde tıkandığını ve mağdurlar açısından bu zorlukların ikincil travmalara yol açabildiğini gözlemlemekteyiz. Bu sebeple bir çok şiddet mağduru daha hızlı sonuç almak için karakola ve adliyelere yönlendirilmektedir. Bu durumda bazı mağdurlar yeterince bilgilendirilmedikleri için yaşadıkları şiddetin sadece ‘bir adli vaka’ olarak görülmesinden duydukları endişe sebebiyle müracaatlarına devam etmemekte, resmi kayıtlara girmesi sebebiyle şiddet failinden misilleme görecekleri kaygısıyla şiddetle mücadelelerinden vazgeçmek zorunda kalmaktadırlar. Şiddet yalnızca bir adli vaka değildir ve sadece bir asayiş sorunu olarak ele alınmamalıdır. Şiddet bir toplumsal sorundur, mağdurun yardım talep ettiği her birimin şiddetle mücadelenin aktörü olarak sorumlulukları bulunmaktadır.

Şiddet mağdurlarını koruma mekanizmasında yer alan kolluk görevlilerine ve özellikle hakimlere meslek içi eğitimlerin yanı sıra şiddet mağduruna yaklaşımları konusunda eğitimler verilmelidir. Koruma organizasyonunda şiddet mağduruna ve şiddet failine birey odaklı esnek yaklaşım benimseyen, hassas ve yapıcı terapileri öngören, sosyal değişim gerçekleştirilebilecek nitelikte psiko-sosyal ve hukuki danışmanlık verilmesi önemlidir. Bu sebeple şiddet mağdurlarının müracaat ettikleri adli birimler, valilik, kaymakamlık, belediye, hastane ve diğer sağlık birimleri gibi mercilerde koordineli ve uzmanlar refakatinde çalışan yardımcı alt birimler oluşturulmalıdır. Bu hizmetlerin sunulması ve denetlenmesi sürecinde sivil toplum kuruluşlarının aktif rol almaları sağlanmalıdır.

Şiddet mağdurlarına yönelik psiko-sosyal destek, sağlık yönlendirmeleri, hukuk danışmanlığı, eğitim öğretime devam etme, iş ve meslek edindirmeye yönelik çalışmaların halen düzenleme aşamasında olması ve uygulamaya tam olarak geçilmemiş olması sebebiyle şiddetle mücadelede kanunun birçok uygulaması eksik kalmaktadır. Bu sorunların çözümünde ilgili bakanlıklar ile işbirliği kaçınılmaz olup, işbirliğinin sadece iyi niyet dileklerini içeren ve hiçbir yaptırımı olmayan “Eylem Planları” şeklinde olmaması, bağlayıcı ve denetlenebilir olması zorunludur.

  • Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) sayılarının az olması, lokasyonlarının erişime uygun olmaması, yeterli ve gerekli sayıda uzman bulunmaması gibi sebeplerle kuruluşunda hedeflenen amaçlara uygun destek ve hizmetleri sağlamaları konusunda yetersiz kalmaktadır.

 

İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan yükümlülüklerin ağırlıklı bir kısmının icra edileceği kurum olarak belirlenen ŞÖNİMler Türkiye’de 2012 yılının Kasım ayından itibaren 14 ilde pilot uygulamaya geçmiştir. Şiddetle mücadelenin önemli bir ayağı olan bu kurumun ivedilikle yeterli bütçe sağlanarak pilot uygulamasının tamamlanması ve her ilde kurulması gerekmektedir.

 ŞÖNİM’ler şiddetle mücadelede kendisine yüklenen bu öneme rağmen uygulamada yeterli düzeyde etkili olamamaktadır. Uygulamada tespit ettiğimiz temel problemlere ilişkin önerilerimiz şunlardır:

  • ŞÖNİM’lere başvuran şiddet mağduru farklı birimlere yönlendirilerek ayrı ayrı bürokratik işlemlere tabi tutulmaktadır. Kanun gereği taleple süreç başlamalı ve tüm hizmetler aynı çatı altından koordine edilerek kurumlar arası işbirliği sağlanmalıdır. ŞÖNİM’lerin görevinin işleyişi hızlandırmak olduğu unutulmadan şiddet mağdurunun bir birimden diğerine yönlendirilmesine son verilmelidir. ŞÖNİM’lerin kurulmasıyla hedeflenen şiddet mağdurları için “tek kapı sistemi” derhal hayata geçirilmelidir.
  • 7/24 saat çalışma usulünün tam olarak işlerlik kazandırılabilmesi için “görevlinin bulunduğu nöbet sisteminden” ziyade alanında uzman tüm personelin mevcut olduğu bir sistemin benimsenmesi gerekmektedir. Günün her saatinde her şiddet vakasına uygun ayrıntılı ihtiyaç analizinin yapılarak şiddet mağdurlarına acil ve devamlı desteğin sağlanması gerekmektedir.
  • ŞÖNİM’lerde çalışan personelin mutlaka mesleki bilgi ve yeterliğe sahip, aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet alanında çalışmalar yapmış ve eğitimlere katılmış, olayın psikolojik boyutunu anlayan uzman kişiler olması gerekmektedir. Uzman personel başvurulara mağdur odaklı yaklaşarak her bir vakıaya uygun çözümler üretmelidir. ŞÖNİM’lerde uzman personellerce verilecek psiko-sosyal destek hizmetinin standartları belirlenmelidir. Ayrıca çalışan personelin düzenli bir şekilde meslek içi eğitimleri ve motivasyon desteği sağlanmalıdır.
  • Şiddetle mücadele ortak sorumluluğumuzdur, mücadele araçları hepimizin elindedir.

 

Kadına yönelik şiddete engel olmanın öncelikli olarak devletin görevi olduğunu ve devletin kadınların insan haklarını korumak için gerekli tedbirleri uygulamasını beklemekteyiz. Bununla beraber aile bireyleri, toplum, dini liderler, medya, iş dünyası gibi bir çok devlet dışı aktörün de şiddetle mücadelede sorumlulukları olduğunu hatırlatıyoruz.

Devletten bireye tüm kesimler tarafından şiddetin toplumsal huzuru bozan asli bir mesele olarak görülmesi ve öncelikli olarak şiddetin yüksek sesle kınanmasının gerekliliğine inanıyoruz.

-Toplumun önde gelen inanç, fikir ve kanaat önderlerini kadınların insan haklarına saygı duymaya, kadınlara yönelik şiddeti özendiren ya da bu şiddete hoşgörü gösteren her türlü eylemi ve sözü kınamaya ve şiddetle mücadelede etkin rol almaya çağırıyoruz.

– Basın medya kuruluşları, sponsor firmalar ve reklam verenleri kadınlarla ilgili olumsuz imajlara karşı çıkmaya, şiddeti besleyen, ayrımcı tutumları pekiştiren dizi, film, reklam ve programları sona erdirmeye, şiddetle ilgili mesleki etik değerler oluşturmaya ve bu etik değerleri uygulamaya çağırıyoruz.

– İş dünyası yöneticilerini kadınlara yönelik şiddet konusunda şirket yönetimleri nezdinde bilinç arttırmak için sosyal sorumluluk projeleri yürütmeye, çalışan kadınların iş yerinde maruz kaldıkları mobbing vb. şiddet türleri ile etkin mücadeleye ve kadınların iş hayatına katılımı konusundaki engelleri ortadan kaldırmaya çağırıyoruz.

-Toplumun her kesimini, kadınlara yönelik şiddetle mücadele konusunda farkındalık oluşturmak, kadınları korumak üzere sivil toplum ve sivil hareket yapılanmaları ve süreçleri oluşturmak, şiddet mağdurlarına yardım etmek ve kadın hakları savunucularının çalışmalarını desteklemek üzere birlikte hareket etmeye davet ediyoruz.

Şiddetin aile içi mahrem bir mesele olmadığını, toplumsal bir sorun olduğunu ve şiddet vakasına tanık olan herkesin bu vicdani sorumluluktan dolayı sessiz kalmaması gerektiğini hatırlatıyoruz.

Yazıyı Paylaşın!

Son Haberler

Bültenimize Abone Olun!

Bizi Takip Edin

Go to Top