“Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesinde İstanbul Sözleşmesi”
ÇALIŞTAYI RAPORUNUN GENEL DEĞERLENDİRMESİ
ÇALIŞTAYI RAPORUNUN GENEL DEĞERLENDİRMESİ
İstanbul Sözleşmesi bağlamında, yetkili kurumlar tarafından kurumsal düzeyde ortaya konulan çaba ve bu hususta alınan inisiyatiflerin yanı sıra, bu uygulamaların pratik düzeyde hayata geçirilmesi, kadınların yaşam mücadelesini kolaylaştırıcı bu yasal düzenlemelere ilişkin olarak toplumun bilinçlendirilmesi ve şiddete karşı hassasiyetle gösterilmesi gereken tavır ve duruşun ikamı için, sivil toplum örgütlerine ciddi bir görev düşmektedir. Bu görev bilinciyle, Kadın ve Demokrasi Derneği olarak, 30 Eylül 2014 tarihinde, 6284 sayılı “Ailenin korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” ve “İstanbul Sözleşmesi” dikkate alınarak, şiddetin hukuki ve toplumsal boyutunun ele alındığı ve kadına yönelik şiddet alanında çalışan çok sayıda sivil toplum örgütünün müdahil olduğu “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesinde İstanbul Sözleşmesi Çalıştayı” düzenlenmiştir.
Çalıştayda; “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesinde İstanbul Sözleşmesi Kapsamı ve İçeriği”, “Sözleşmenin Taraf Devletlere Getirdiği Yükümlülükler ve İzlenecek Politikalar”, “Sözleşmenin Şiddet Gören Kadınlara Yönelik Getirdiği Çözümler”, “Sözleşmenin Cezai ve Hukuksal Yaptırım Boyutunun Tartışılması” ve “Sözleşmeye Göre Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesinde Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü” ayrı başlıklar halinde ele alınmıştır. Her bir konu başlığı katılımcılar tarafından ayrı masalarda tartışılmış ve çözüm önerileri sunulmuştur.
30 Eylül 2014 tarihinde gerçekleştirilen çalıştay sonucunda ortaya çıkan rapor, KADEM bünyesinde gerçekleştirdiği toplantıların yanı sıra, çalıştaya destek veren sivil toplum örgütleri ve hukukçuların katılımı ile 9 Ocak 2015 ve 14 Ocak 2015 tarihlerinde KADEM Hukuk Komisyonu tarafından gerçekleştirilen toplantılar neticesinde son halini almıştır.
KADEM tarafından gerçekleştirilen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesinde İstanbul Sözleşmesi” başlıklı çalıştay ve toplantılar sonucunda ortaya çıkan ve nihai raporda yer alan tespit ve önerilerin tamamı aşağıda belirtilmiştir.
YASAL MEVZUAT HAKKINDA TESPİT VE ÖNERİLERİMİZ
6284 SAYILI KANUNA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLER
• 6284 Sayılı Kanunun 11. Maddesinde, kolluk görevlileri için öngörülen “çocuk ve kadının insan hakları ile kadın-erkek eşitliği konusunda eğitim alma” şartı, mülki idareler için de getirilmeli, uygulanabilir olması için ise, eğitim çalışmaları yapılarak emniyet ve valilik/kaymakamlıkta özel birimler oluşturulmalıdır.
• Kanunda, Cumhuriyet Savcılıklarının talep ve tedbir kararı verecek merciler arasında yer almaması, düzenlemedeki bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, kolluk birimlerinin yetkili görüldüğü bir konuda Cumhuriyet Savcılığının yetkili olmaması düşünülemez. Suç teşkil eden bir fiilde Cumhuriyet Savcılarının da tedbir kararı verebilmesi gereklidir. Uygulamadaki hızlılığı ve etkinliği sağlayabilmek açısından bu konuda düzenleme yapılması gerekmektedir.
• Kanunun 1. maddesinde yer alan “tek taraflı ısrarlı takip” kavramı, totolojik bir içerik taşımaktadır. Israrlı takip olarak nitelenebilecek eylem, ancak tek taraflı olarak icra edilebilen bir davranış biçimi veya hareket tarzı olup, “takip” kelimesinin başına “tek taraflı” ibaresinin veya sıfatının eklenmesi gereksiz bir tekrarlamadır. Bu tür takip hallerinin, mağdurun rızası dışında gerçekleştiğini vurgulamak amacıyla kavramın başına “tek taraflı” ibaresinin eklendiği düşünülebilirse de, bu durum kavramın totolojik bir içeriğe bürünmesine engel olamamaktadır. Aynı zamanda ısrarlı takip hallerinde tek taraflı olup olmadığı, eylemin iki tarafın bilgisi dahilinde bir eylem olup olmadığı şeklinde yorumlamada bulunulmasının yolunu açabilir, bu durumda ısrarlı takip mağdurunun aleyhine sonuçlar doğurabilir.
• Kanunun 2/g maddesinde; kanunda şiddet olarak tanımlanan davranışları dolaylı olarak uygulayan kişi, “şiddet uygulayan” tanımı içine sokulmamıştır. Bu sebeple, şiddet uygulayan kapsamına, şiddet failini azmettiren kişinin girip girmeyeceği konusunda belirsizlik doğmaktadır. Bu hususun açıklanarak, şiddet failini azmettiren kişinin de şiddet uygulayanın tanımına dahil edilmesi ve bu şekilde şiddet mağdurunun azmettirene karşı da korunmasının sağlanması gerektiği düşüncesindeyiz.
• Kanunun 3/d madde hükmü ile, kreş imkanının sınırlandırılmasının uygun olmadığı kanaatindeyiz. Sınırlamada tek ölçüt asgari ücret olmalıdır. Asgari ücret ve altında ücret alanlara koşulsuz kreşten yararlanma imkanı tanınmalıdır.
• Kanunun 4/b maddesindeki tedbirin yalnızca kişinin evli olması durumuna hasredilmesi yeterli olmayıp, imam nikahlı veya birlikte yaşayanların bu tedbir kararından yararlandırılmamış olması, kanunun amacı ile örtüşmemektedir.
• Kanunun 8/2 maddesinin 2. Cümlesinde, “şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin devam edeceğinin anlaşıldığı hallerde” dediği halde, maddede geçen kişi veya makamların talebi ile bu tedbirlerin kaldırılacağına karar verileceğinin söylenmesi çelişkilidir. Şiddet tehlikesinin devam etmesi halinde, tedbirin kaldırılması hukuk mantığı açısından kabul edilemez. Burada geçen “kaldırmanın” ne suretle gerçekleşeceği veya başka tedbirlere hükmedilmesi gerektiği hallerde, daha önce verilen tedbirlerin kaldırılması gerektiğine ilişkin açıklama yapılmalıdır. Yine maddede, talepte bulunacakların tahdidi olarak sayılmış olması ve Savcılık Makamının burada yer almamış olmasına ilişkin eksikliğin de giderilmesi gerekmektedir.
• Kanunun 8/3 maddesi yorumlandığında, önleyici tedbir kararı için delil ve belge aranabileceği gibi bir sonuç çıkmaktadır. Önleyici tedbir kararları bakımından da “delil ve belge aranmayacağı” hususunun açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
• Kanunun 8/7 madde hükmündeki talebin doğrudan kolluğa yapılıp yapılmayacağı ve kolluğun bunu ne şekilde yapabileceği hususu düzenlenmelidir.
• Kanunun 9/2 maddesine göre, bu kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı yapılan itiraz; kararı veren mahkemenin dışında ayrı bir mahkeme tarafından incelemektedir. Bu hüküm tedbir kararını veren mahkemenin, itirazı incelemesine olanak tanıyacak şekilde düzenlenmelidir, böylece kararı veren mahkemenin itiraz sonucunda kararını daha ayrıntılı olarak incelemesi olanağı verilmesi uygun olacaktır. Zira, tedbir kararları verilirken delil aranmamakta ve tedbir kararları talep üzerine verilmektedir. Çoğunlukla tedbir kararı veren mahkeme, vakanın ayrıntısını inceleme olanağı bulamamaktadır. Ayrıca, tedbir kararının verilmesi ile birlikte, sosyal uzmanların rapor düzenlemesinin zorunlu tutulması, yargılamanın ve tedbirin sıhhati açısından uygun olacaktır.
• Kanunun 15/4 madde hükmünde geçen “zorunlu hallerin” açıklanması gerektiği kanısındayız.
• Kanunun 6. Maddesinde, koruma tedbirleri sırasında işlenen suçlarla ilgili olarak, denetimli serbestlik ve diğer seçenek yaptırımlara başvurma hükümlerinin saklı tutulması yerinde değildir. Kadınlara karşı işlenen şiddet suçları için özel bir infaz sistemi gerekmektedir. Koruyucu tedbir kararları verilmesi aşamasında işlenen suçlarda şiddete başvuran kişiler için, denetimli serbestlik, erteleme, paraya çevirme vb. yöntemlere başvurulması engellenmelidir. Bunun yanı sıra; izin kullandırma ya da herhangi bir nedenle erken tahliye durumlarında kadınlara önceden haber verilmesi gibi özel önlemler alınmalıdır.
• Kanun metninde, “şiddete uğrayan ve uğrama tehlikesi bulunan ve çeşitli kurumlara başvuran kadınlara” “UZLAŞTIRMA ve ARABULUCULUK” önerilmeyeceğine dair hususun kanunda açıkça yer almaması bir eksikliktir.
DİĞER YASAL MEVZUATA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLER
• 5287 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Md. 82/1/k hükmü “Töre veya sözde namus saikiyle” şeklinde değiştirilmelidir. İstanbul Sözleşmesine paralel olarak “sözde namus saiki”, suçun nitelikli hali olarak düzenlenmelidir.
• 5287 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Md. 86/3 hükmüne, “Kadına karşı toplumsal cinsiyet ayrımcılığı nedeni ile” ifadesi eklenmelidir. İstanbul Sözleşmesine paralel olarak, suçun nitelikli hali olarak düzenlenmelidir.
• 5287 sayılı Türk Ceza Kanununda ensest ilişkiler ayrı bir suç olarak düzenlenmelidir.
• 5287 sayılı Türk Ceza Kanununda, ısrarlı takip ayrı bir suç olarak düzenlenmelidir. Bunun yapılmaması ve mağdura karşı işlenen eylemlerin, mahkemelerce birbirinden farklı taciz veya sarkıntılık eylemleri olarak ele alınması halinde, faillere verilen cezalar caydırıcılıktan uzak olacak, bu da kadınları ısrarlı takip fiiline karşı korumasız bırakacaktır. Ayrı bir suç olarak tanımlanması, takip eylemlerinin mağdura yönelik fiziksel bir şiddet eylemine veya mağdurun vücut bütünlüğüne yönelik bir saldırıya dönüşmeden önlenmesi ve failin eylemlerinin kontrol altına alınması için önemlidir.
• 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 253. Maddesine, “kadına ve çocuğa karşı cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle suçlar, şiddet ile aile içi şiddet içeren suçlarda uzlaştırma yoluna gidilemez” ifadesi eklenmelidir.
• 5393 Sayılı Kanunun ve Kadın Konukevlerinin Açılması ve İşletilmesi Hakkında Yönetmeliğinin belirlediği ‘belediyelerin konukevi açma zorunluluğu’na ilişkin düzenlemeye rağmen, çok sayıda belediyenin çeşitli sebeplerle konukevi açmadığı tespit edilmiştir. Bu noktada, Kadın Konukevi açmanın bir zorunluluk haline getirilmesi, ayrı bir yasal düzenleme yapılması yahut var olan düzenlemelerde yer alan “açar” ifadelerinin “açmak zorundadır” olarak değiştirilmesi, bu yükümlülüğe aykırı davranan kurum ve kuruluşlara yaptırım uygulanması ivedi olarak gündeme alınmalıdır. Ayrıca Belediyelere yüklenen bu zorunluluk, başka kuruluşlara (İl Özel İdareleri gibi) paylaştırılmalıdır. Olumlu örnekler modellenerek teşvik edilmelidir.
• 5393 Sayılı Kanunun 03.07.2005 tarihinde 50.000 kişi olarak belirlediği konukevi açma zorunluluğuna ilişkin kıstasın 12.11.2012 tarihli değişiklikle 100.000 kişi olarak arttırılması konukevi açma zaruretine ilişkin olumsuz bir adımdır.
• Kadın Konukevlerinin Açılması ve İşletilmesi Hakkında Yönetmeliğin, Ek-3 belgesinde yer alan Kadın Konukevi Taahhütname Formu’ndaki “kadın konukevinde kalış sürecinde uyulması gereken kurallar” ın 9. maddesinin yoruma açık ifadeler içerdiği görülmektedir. Bu ifadeler, konukevinden yararlanacak kadınlar üzerinde yönetimlerin denetim kurma olanağını arttırabileceği şeklinde yorumlanabilir. Bu tür düzenlemelerin kurumlardan yararlanan kadınların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlamayacak biçimde olması gerekmektedir. İlgili hükümde bu durum vurgulanmalıdır.
• Sözleşmede yer alan sığınma evi kavramı, 6284 sayılı kanun uygulama yönetmeliği ve sair düzenlemelerde “konuk evi” olarak tanımlanmıştır. Konuk evi ibaresi, sığınma evinin kapsadığı anlamı tam olarak karşılayamamaktadır. Bu iki ifade tarzı, İstanbul Sözleşmesi ile iç hukukun uyumunun sağlanabilmesi ve karışıklığın önüne geçilebilmesi için aynılaştırılmalıdır.
• Adli Yardım konusunda ilgili kanunlarda yapıla¬cak değişiklikle, şiddet mağdurunun ilgili kurumlardan belge getirmesini istemekten vazgeçilmelidir. Mağdurun başka şehirde olması halinde şehirlerarası koordine sağlanması açısın¬dan mağdurdan evrak istenmemelidir. Aynı zamanda, şiddet mağdurunun güvenliğini tehlikeye atan durumlarda bilgi ve belge toplama zorunluluğuna istisna getirilmelidir.
• Ceza kanunlarında, konunun önemine binaen şiddetin önlenmesi ile birlikte kadın ve çocuklara uygulanan şiddet ile ilgili “özel bir yasal düzenleme” yapılmalıdır.
• Cinsel taciz ve cinsel istismar suçlarının faillerinin cezalarının ertelenmesi yahut tutuksuz yargılanarak toplumda infiale sebebiyet verilmesi gibi durumlar dikkate alınarak, failin rehabilite edilmeden tekrar toplum içerisine dönerek tehlike oluşturmaya devam etmesinin engellenmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
UYGULAMAYA DAİR TESPİT VE ÖNERİLERİMİZ
• İstanbul Sözleşmesi’nin hukuki boyutunun yanı sıra, şiddeti sona erdirme, ayrımcılığı sonlandırma ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama konusunda sosyal boyutu bulunmaktadır. Bu noktada Türkiye, sözleşmedeki önleme, koruma, soruşturma dışında Türk toplumunun temel hassasiyetlerini de göz önüne alarak politika üretme yükümlülüğünü de yerine getirmelidir.
• Şiddetin henüz başlamadan önlenmesi için, toplumsal farkındalık çalışmalarına ağırlık verilmelidir.
• Kadına yönelik şiddetin bir sosyal sorun olduğu anlayışından ziyade, insan hakkı ihlali ve ayrımcılık biçimi olduğuna ilişkin farkındalık kampanyaları düzenlenmelidir.
• Şiddete başvurmaksızın sorun çözme yöntemlerinin öğretilmesi için, kişiler arası iletişimin dahil olduğu, evlilik öncesi eğitim seminerleri yaygınlaştırılmalı, öncelikle pilot illerde zorunlu hale getirilmelidir. Anne ve baba eğitim seminerleri yaygınlaştırılmalı ve ücretsiz hale getirilmelidir.
• Milli Eğitim Bakanlığı ile protokol yapılmak suretiyle, drama sınıf ve bölümlerinde yapılacak somut pratiklerle, şiddete başvurmaksızın sorun çözme yöntemleri öğrencilere somut örnekleriyle öğretilmelidir.
• Toplumsal duyarlılığın etkin şekilde arttırılması noktasında; televizyon programları ve özellikle dizilerde kadın ve çocuğa yönelik şiddet sahnelerinde şiddeti özendirici nitelik taşımamasına ilişkin yasal düzenlemeler unutulmaksızın, alt yazı veya uyarı işaret vb. uygulamalarla şiddete maruz kalınması halinde yasal başvuru hakları konusunda bilgilendirme yapılmalıdır.
• Şiddet haberlerinde, şiddet mağduruna odaklanılması yerine, failin ön plana çıkartılması sağlanmalı, aksi duruma cezai müeyyide getirilmelidir.
• Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki bir birimin, dizileri izlemek suretiyle trafik kurallarına uyulmaması halinde dizi yapımcılarına uyarı göndermesi şeklindeki çalışması, Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nca da modellenmelidir. Medya, özellikle izlenme oranı yüksek diziler, kadına karşı şiddet ve ayrımcılık konusunda ayrı bir ekip tarafından izlenmek suretiyle, kadına karşı şiddet içeren sahneler, hem dizi yapımcıları ve reklam verenlerine, hem de Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)’na bildirilmelidir.
• Medya yoluyla şiddetin normalleştirilerek sıradanlaşması ve kanıksanması ile mücadele edilmelidir. Örneğin; gerçekleşen şiddet değil, yargılama sonunda şiddet faillerine ve cinsel saldırı faillerine verilen cezalar konusunda kamuoyu bilgilendirilmelidir.
• Şiddetle mücadele konusunda toplumsal farkındalık oluşturacak dizilere sponsor olunmalıdır. Olumlu örnekler ödüllendirilmelidir.
• Şiddet mağduru kadınların, yaşadıkları her şiddet olayının sonunda farklı kurum ve kuruluşlara gitmesi ve her defasında farklı kişilere yaşadıklarını anlatması yerine kişi odaklı çalışmalar yapılmalıdır.
• Şiddetle mücadele konusunda, kadına yardım veren kolluk güçlerinin ilçeler arasında yetki paylaşımın olması nedeniyle, şiddete maruz kalan kadınlarının yetkili kolluk güçlerine aktarılması sorun oluşturmaktadır. İlçelerde, kolluk güçlerinin aile içi şiddet vakaları bakımından yetki hususunun düzenlenip, bu konuda esneklik sağlanmalı, bu suretle şiddet mağdurunun tekrar aynı olayları farklı kişilere anlatmak zorunda kalmasının önüne geçilmelidir.
• Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, şiddet ile mücadelede kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri, özel sektör ve diğer alanlarda koordinasyon görevinin etkili bir şekilde gerçekleştirilmesi önemlidir. Bu bağlamda, öncelikle tüm Bakanlıkların şiddetle mücadele konusunda etkin katılımlarının sağlanması, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar ile özel sektörde çalışanların bilgilendirilmesi, şiddet ile mücadelede herkese görev düştüğü bilincinin oluşturulması gerekmektedir.
• Aile Mahkemelerinin iş yükü dikkate alınarak, sadece şiddet vakalarını derinlemesine inceleyecek kadına yönelik şiddete ilişkin özel ihtisas mahkemeleri oluşturulmalı, bu “şiddet mahkemeleri”nde hakim, savcı, sosyal araştırmacı, psikolog, pedagog gibi uzman kadrolar atanmalıdır
• Tedbir talebi ile başvuru yapan yahut boşanma davası devam etmekte olan tarafların, psikolojik destek alması zorunlu hale getirilmeli ve devlet tarafından bu konuda gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
• Koruma organizasyonunda şiddet mağduruna ve şiddet failine birey odaklı esnek yaklaşım benimseyen, hassas ve yapıcı terapiler öngören, sosyal değişim gerçekleştirebilecek nitelikte psiko-sosyal danışmanlık hizmeti verilmesi önemlidir. Bu sebeple şiddet mağdurlarını koruma mekanizmasında yer alan kolluk görevlilerine ve özellikle hakimlere meslek içi eğitimleri yanı sıra şiddet mağdurlarına yaklaşımları konusunda eğitimler verilmelidir. Bunun yanında şiddetle mücadelede alanında uzman olan sosyal araştırmacılar, psikolog ve pedagogların uzmanlığından faydalanılmalıdır.
• Uygulayıcılar tarafından, Kanunun içeriğindeki zenginlik esas alınmalı ve öncelikli olarak “şiddet mağdurunun korunması” amacıyla hareket edilmelidir.
• Kolluk kuvvetlerinde, “Kadına Yönelik Şiddet” olayları ile ilgili ayrı birimin kurulmalı ve kurulacak birime uzman personel yerleştirilmelidir.
• İstanbul Sözleşmesinin birçok hükmünün başlıca 6284 sayılı kanun ve iç hukuktaki sair düzenlemelerde karşılığı bulunmasına karşın, hayati öneme sahip olan kanunun uygulanması için yeterli bütçe tahsisi yapılmalıdır. Ayrıca ve yeterli şekilde bütçelendirilmelidir, bu devletin Anayasada yer alan Devletin Sosyal ve İktisadi Ödevinin de gereğidir.
• ALO 183 yardım hattı, sadece şiddet mağdurlarına değil, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın hizmet alanı olan tüm konularda bilgilendirme yapan bir hat olması ve iş yüklerinin fazla olması sebebiyle, özellikle çok acil durumlarda şiddet mağduru ihtiyaç duyduğunda yardım hattına ulaşamama riskinin bulunmaktadır ve bu risk hayati öneme sahiptir. Şiddet mağdurları için ayrı bir yardım hattı kurulmalıdır. Ve bu hat için Türkçe, Kürtçe, Arapça gibi dil seçenekleri getirilmelidir.
• Şiddetin önlenmesi için aile terapi uygulaması kuşkusuz önemlidir, şiddetin doğuran bazı sebeplerin bu yolla giderilmesi mümkündür. Uygulamada bu özel terapiler pahalı ve ulaşılması güçtür, devlet hastanelerinde yahut başkaca birimlerde buna uygun uzmanlık bulunmamaktadır. ŞÖNİM’ler şiddet mağduru ve failine rehabilitasyon hizmeti ile görevlendirildiğinden, aile terapi merkezine dönüşerek asıl fonksiyonundan uzaklaşma riski bulunmaktadır. Bu sebeple kamu kurumlarında (hastaneler, belediyeler vs.) aile terapisinden faydalanılacak birimler kurulmalıdır.
• Şiddet mağdurunun kimliğinin gizlenmesi kararının alındığı durumlarda, bu gizlilik ilkesinin ihlal edilmemesi için gerekli tüm imkanlar derhal sağlanmalıdır. Hiçbir riskin kabul edilmemesi, gizlilik ilkesinin kamu görevlilerinin ihmaline dayalı ihlaline göz yumulmaması gerekmektedir. Özellikle, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ile işbirliği tesisi tamamlanıp, kullanılan sistemlerin ayrı olması ve gizliliğin bu sistemlere entegrasyonunun ayrı bir işlem olması sebebiyle ortaya çıkan risk ortadan kaldırılmalıdır.
• Şiddet mağdurlarına yönelik psiko-sosyal destek, sağlık yönlendirmeleri, hukuk danışmanlığı, eğitim öğretime devam etme, iş ve meslek edindirmeye yönelik çalışmaların halen düzenleme aşamasında olması ve uygulamaya tam olarak geçilmemiş olması sebebiyle, şiddetle mücadelede kanunun bir çok uygulaması eksik kalmaktadır. Bu sorunların çözümünde ilgili bakanlıklar ile işbirliği kaçınılmaz olup, işbirliğinin sadece iyi niyet dileklerini içeren ve hiçbir yaptırımı olmayan “Eylem Planları” şeklinde olmaması, bağlayıcı ve denetlenebilir olması zorunludur.
• Sözleşme ile yüklenilen risk analizi sadece mağdurun hayati tehlikesi yönünden yapılmaktadır. Oysa ki, bununla beraber risk analizi daha kapsayıcı bir uygulama olup, ölüm riski ile beraber durumun ciddiyetine ve şiddetin tekrarlanma ihtimalini de içerir. Risk analizinin somut kriterleri belirlenerek, muhtemel şiddetin önlenmesinde araç olarak kullanılmalıdır.
• Şiddet toplumda iletişim dili haline gelmektedir. Yaygınlaşan bu durumu oluşturan sebeplerin tespiti için daha fazla toplumsal araştırma yapılmalıdır. Şiddet sonuçtur; bu yüzden şiddeti doğuran sebepler psiko-sosyal, kültürel ve demografik yapılar incelenerek ve detaylı analizler yapılarak araştırmalıdır. Sebeplerin tespit edilmesi ve bu sebeplerin ortadan kaldırılması suretiyle şiddetle mücadele edilmelidir.
• Kamu kurum ve kuruluşlarında yahut sivil toplum kuruluşlarının gerçekleştirdiği eğitimler, projeler şiddeti ortadan kaldırmakta yetersiz kalmaktadır. Yapılan çalışmaların verimliliğini arttırmak üzere inovasyon içeren yöntemlere başvurularak, eğitimlerin şiddeti uygulayan-şiddet uygulama ihtimali olan faillere yönelik olması elzemdir.
ŞİDDET ÖNLEME VE İZLEME MERKEZLERİ (ŞÖNİM) HAKKINDA TESPİT VE ÖNERİLERİMİZ
• ŞÖNİM’lerin kurulmasıyla hedeflenen şiddet mağdurları için “tek kapı sistemi” derhal hayata geçirilmelidir. ŞÖNİM uygulamasında şiddet mağdurunun adli işlemler için önce ve zorunlu olarak karakola yönlendirilmeleri, ulaşım vasıtası yönünden sıkıntı yaşamaları şiddete maruz kalanların mağduriyeti arttırmakta, yeterli bilgi ve psikolojik desteğe ulaşamamaları sonucunu doğurmaktadır. Yasal bir değişikliğe gerek kalmadan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığının imzalayacağı bir protokolle bu sorun çözüme kavuşturulmalıdır.
• 7/24 saat çalışma usulünün tam olarak işlerlik kazandırı¬labilmesi için “görevlinin bulunduğu nöbet sisteminden” ziya¬de, alanında uzman tüm personelin mevcut olduğu bir sistemin benimsenmesi mağdur kadının taleplerini karşılar nitelikte ola¬caktır.
• Çalışma kolaylığı ve mağdur kadınların kendilerini daha iyi ifade edebilmesi açısından merkezde özellikle psikolog ve pedagog gibi uzman persone¬lin, alanında uzman “kadın” personellerden seçilmesine özen gösterilmelidir.
• 6284 sayılı Kanun Madde 15/1-a ‘ya göre, oluşturulan arşiv ve verilerin, gerektiğinde kişilik haklarına aykırılık teşkil etmeyecek şekilde ilgili kurum ve kuruluşların paylaşımına sunulması önem arz etmektedir.
• 6284 sayılı Kanun Madde 15/1-c bendi uyarınca, yapılacak olan baş¬vurularda Bürokratik işlem ve engeller olmamalı, taleple süreç başlamalı ve tüm hizmetler aynı çatı altından koordine edilerek kurumlar arası işbirliği benimsenmelidir.
• 6284 sayılı Kanun Madde 15/1-e uyarınca, Sivil Toplum Kuruluşları ile ortak projeler yürütülerek çözüm ortaklığı sistemi benimsenme¬lidir.
• 6284 sayılı Kanun Madde 15/2-a uyarınca, merkezin rehberlik etmesi ve meslek edinme kurslarına katılmasına yönelik faaliyetlerde, ilgili kurum ve kuruluşlar ile protokol düzenlenmesi, bu proto¬kollerde mağdur kadının istihdamda öncelikli olmasının sağlan¬ması gerekmektedir.
• 6284 sayılı Kanun Madde 15/2-c uyarınca, tedbir kararlarının neticelerini izleme konusunda elde edilen verilerin, gerektiğinde kişilik haklarına aykırılık teşkil etmeyecek şekilde ilgili kurum ve kuruluşların paylaşımına sunulmalıdır.
• 6284 Sayılı Kanun Madde 15/2-d ve e ‘ye göre, hazırlanacak olan sosyal inceleme raporlarının, şiddet konusunda uzman psikolog ve sosyal hizmet uzmanları tarafından hazırlanması gerekmektedir.
• 6284 sayılı Kanun Madde 15/1-ç maddesi uyarınca, hazırlanacak programlar arasında, Şiddetin önlenmesi ile ilgili, tespit amaçlı ev ziyaretleri, anket çalışmaları, eğitim çalışmaları, evlere mek¬tup, broşür gönderimi gibi çalışmalar organize edilmelidir.
• 6284 sayılı Kanun Madde 22 ve Geçici Madde 1 uyarınca, işbirliği içinde bulunulacak olan bakanlıklar ile koordineli çalışmanın sağlanması için, mağdur kadınların ilk müracaat birimleri olarak başvurduğu Milli Eğitim Müdürlükleri, Mülki Amirlikler, Em¬niyet, Karakol, Hastane ve diğer sağlık birimlerinde, Muhtarlık, Adliye gibi kurumlarda şiddet önleme ve izleme merkezleri gibi faaliyet gösterecek yardımcı alt birimler kurulmalıdır.
• ŞÖNİM’ler, İstanbul sözleşmesi gereğince önemli bir görev ifa etmektedir. Ancak, ŞÖNİM’lerin lokasyonları kadınların rahatlıkla ulaşabilecekleri bir şekilde düzenlenmemiştir. Bu merkezlere ulaşamayan kadınlara bilgi ve destek verilmesi mümkün olamamaktadır. Özellikle İstanbul ve Ankara merkezlerinin lokasyonları değişmelidir. ŞÖNİM’ler, kadınların rahatlıkla ulaşabilecekleri ve verim alınabilecek yerlerde kurulmalıdır.
• ŞÖNİM’lerin pilot uygulaması acilen tamamlanarak her ilde yaygınlaştırılmalıdır. Her ne kadar geçici bir çözüm olarak görülse de, konukevi ve ilk kabul birimi gibi merkezlerin sayıları arttırılmalıdır.
• ŞÖNİM’lerde yeterli sayıda uzmanın çalışması sağlanmalıdır. ŞÖNİM’lerde psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve pedagog olmalıdır, çalışanlarına gerekli ve sürekli eğitim verilmelidir.
• ŞÖNİM’lerin görev alanında olan ve ŞÖNİM’in iş yükünü arttıran, ayrıca fail ve mağdurun aynı binada olması ile sonuçlanan “şiddet failinin rehabilitasyonu” görevi farklı kurumlara verilmelidir.
• ŞÖNİM’lerin görevinin, işleyişi hızlandırmak olduğu unutulmadan, şiddete maruz kalanların, örneğin; sığınma evine gidip, oradan ŞÖNİM’e getirilip, oradan tekrar sığınma evine gönderilmesi gibi tekrar tekrar dolaştırılması engellenmelidir.
• ŞÖNİM’lerde çalışan personelin, mutlaka mesleki bilgi ve yeterliğe sahip, aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet alanında çalışmalar yapmış ve eğitimlere katılmış, olayın psikolojik boyutunu anlamak için çaba sarf eden kişiler olmasına özen gösterilmelidir. ŞÖNİM personelinin uzman kişilerden oluşması ve personel sayısının arttırılması sağlanmalıdır. Uzman personel, başvurulara mağdur odaklı yaklaşarak her bir vakıaya uygun çözümler üretmelidir.
• ŞÖNİM personelinin de gelen her bir vakıa ile yakından ilgilenmeleri sebebiyle psikolojik olarak desteğe ihtiyaçları olduğu unutulmamalı ve belirli aralıklarla personele hem mesleki, hem de psikolojik anlamda destek sunulmalıdır.
• ŞÖNİM’lerde verilecek psiko-sosyal destek hizmeti standartları belirlenmelidir.
• Cinsel şiddet mağdurları için ayrı bir kurum olarak tecavüz/cinsel şiddet kriz merkezleri kurulmalıdır.
• ŞÖNİM mekanlarının engelli erişebilirliği, yaşlı, hamile, yeni bebekli, mülteci/geçici koruma altında olanlar, okur-yazar olmayan, Türkçe konuşamayan, çatışma ortamından gelen kadınlar gibi, özel ihtiyaç sahibi ve şiddete açık hassas grup kadınlara hizmet üretecek biçimde düzenlenmesi gereklidir.