Betül Soysal Bozdoğan’ın sunuculuğu yaptığı, TRT Haber ekranlarında yayınlanan Konuk Odası Programı’nın konuğu KADEM Kurucu Başkanı Yrd. Doç. Dr. Sare Aydın oldu.
Dr. Sare Aydın, Özgecan Aslan cinayetini ve bu konudaki hukuki yaptırımların neler olabileceğini değerlendirdi.
Aslan ailesine taziye ziyaretinde bulunan Aydın, tarifi mümkün olmayan bu vahşetin ve caniliğin, kadına şiddetin çok ötesinde olduğunu, kendimizi yeniden sorgulatıcı bir hadise olduğunu belirtti.
Var olan cezaların caydırıcı olmadığını söyleyen Yrd. Doç. Dr. Sare Aydın, en ağır cezai yaptırımların uygulanmasıyla birlikte, bu anlamda bir caydırıcılık oluşturması ve azalma sağlanmasının görülebileceğini ifade etti. Kadına yönelik şiddetin çözümleri konusunda Betül Soysal Bozdoğan’ın sorularını cevaplayan Kadem Başkanı Aydın,, medyanın da toplumsal hayatımızdaki rolünün es geçilemeyeceğini, medyanın da otosansür uygulaması gerektiğine vurgu yaptı.
Hukuki yaptırımlara dikkat çeken Aydın, KADEM olarak, kadına yönelik şiddetle ilgili yaptıkları çalışmalara da değindi.
BU OLAY, TARİFİ MÜMKÜN OLAMAYAN BİR VAHŞETTİR; LÜGATIMIZ EKSİK KALIR
Betül Soysal Bozdoğan (BSB):Cumhurbaşkanı telefonda Özge can’ın ailesine taziyede bulundu, Aile Bakanı dün akşam yine taziye ziyaretindeydi. Siz de gittiniz Kadın Ve Demokrasi Derneği olarak. Ailenin halet-i ruhiye sini tahmin edebiliyoruz ama oradaki ortamı, paylaşımlarınızı biraz anlatabilir misiniz?
Sare Aydın (S.A.): Ben aslında, 14 Şubat cumartesi akşamı Songül hanım ile bir telefon görüşmesi yaptım. Kendisine taziye dileklerimi ilettim ve bu mücadelenin yanında olacağımızı söyledim. Asla yalnız olmayacaklarını ifade ettim ama tabi bu olay öyle bir olay ki, bu olay sadece iyi dileklerle, çok üzüldük cümleleriyle geçiştirilemeyecek kadar, kadına şiddetin çok ötesinde, tarifi mümkün olmayan vahşeti ve caniliği tarif etmekte lügatimizin eksik kaldığı bir olay. Toplumun yeniden kendine gelmesi noktasında, son derece önemli, bizi kendimize getirmesi açısından, kendimize yeniden dönüp kadına yönelik şiddet ile mücadelemiz ne noktadadır? Yasal olarak toplumsal olarak hangi mekanizmaları devreye geçirdik bunların gözden geçirilmesi bakımından da son derece önemlidir. Biz ertesi gün KADEM yönetim kurulu üyeleri olarak, Sayın Cumhurbaşkanımızın kızı Sümeyye Hanım bizim yönetim kurulu üyemiz. Diğer kızı Esra Albayrak da bizimle birlikte ve diğer KADEM’li arkadaşlarımızla Pazar günü ziyarette bulunduk. Özge Can’ın annesi çok mükemmel bir anne. Özge Can hayatta olsaydı annesi ile gurur duyardı. Annesi bu olayı hiçbir şekilde politize etmeden, hiçbir şekilde demagojiye dökmeden, bu olayın kendince şöyle bir açıklamasını yapıyor; hiçbir insan evladı böyle bir şey yapmaz diyor ve kendi kızının hak etmediğini çok iyi biliyor. Bütün Türkiye Özgecan ile ve Özgecan’ın yanında. Bu caniliği anlatmakta eksik kalıyoruz. Anne de bu caniliği tarif etmekte eksik kalıyor. Duygularını ifade etmekte, kelime bulmakta o da zorlanıyor. Hiçbir insan evladı bunu yapmaz özellikle Allah korkusu ve içinde merhamet olan biri bunu yapmayacağını söylüyor. Bir de ablası var. Ablası da Çukurova Üniversitesinde Opera bölümünde okuyor. O da çok derin üzüntü içerisinde. Ben biliyorsunuz, İstanbul Ticaret Üniversitesinde Akademisyenim ve bu yaştaki öğrencilerim var. Besteye şunu söyledim; ‘’bu mücadele artık senin de mücadelen olmak zorunda. Sen iyi olacaksın, bu mücadelenin neferi olacaksın, bu mücadele için kendini ayakta tutacaksın, ruhen ve fiziki olarak güçlü olacaksın, annene de bu anlamda yardımcı olacaksın, bu mücadeleyi hep birlikte yapacağız’’ dedim. Bestenin çok güzel söylediği bir şey var: O kadar üzüntünün arasında ‘’ama hocam, biz bu insanları eğitmeliyiz’’ dedi. Bu bizim de çok derinden savunduğumuz bir şey.
TOPLUMSAL VE AHLAKİ DEĞERLERİMİZDE ŞİDDET YOKTUR
BSB: Bir üniversite öğrencisi genç kız, tecavüze karşı durduğu için önce bıçaklanıyor sonra yakılarak öldürülüyor. Bu ve bunun gibi olaylar adalette nasıl tecelli buluyor? Bu konuda soru işaretleri yaşadığımızı görüyoruz. Suç ve ceza denklemini sorunsallaştırıyoruz ve bir idam talebinin yükseldiğini duyuyoruz ki bazı bakanlarımız bu konunun tartışılabileceğini söylediler. Toplumdan gelen bu idam taleplerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
S.A. : Öncelikle tabi ki şiddetin kaynağına inmeliyiz. Şiddetin kaynağına indiğimizde şiddet kesinlikle, bizim toplumsal, ahlaki, manevi değerlerimizde yer bulmayan bir şey. Burada kesinlikle çok net olmalıyız. Bu geleneksel yaşam anlayışının, geleneksel kodların, o erkek duygu dünyasının içerisinde ama tabi ki bütün erkekleri de bunun içerisinde harmanlamak çok yanlış. İnsani olmayan, insan tarafı eksik kalan kişilerin ortaya çıkardığı bir şey. Bir tarafı bu. Bizim kültürümüzde, geleneğimizde, manevi, ahlaki değerlerimizde yok. Diğer taraftan; yasayla da mücadele ediyoruz. Yasanın eksik kalan tarafları var, uygulamada, 6284 ailenin korunması ve kadına yönelik şiddet ile mücadeleye ilişkin 2012’de imzaladığımız İstanbul Sözleşmesi de olmak üzere biz şiddet ile mücadele ediyoruz ama şiddet ile mücadele sadece yasalardaki uygulamaların sonucunda, çözemediğimiz bir şey olduğunu gördük. Öyleyse, yasaları yeniden, cezaların, bu cezai müyeddiyelerin, bu failin cezalandırılma sisteminin, yeniden tartışılabileceğini ben de düşünüyorum. Bunun için idam mı olur? kısasa kısas mı? Çünkü, annenin söylediği o kadar önemli bir şey var ki, taziye evinde insanlar ‘’idam edilsin, öldürülsün’’ diyordu. Anne diyor ki; ‘’İdam yetmez. Kızıma ne yaptıysa aynısı yapılsın. Kısasa kısas’’ diyor. Bu da tartışılabilir. Ya da hadım cezası gibi hormonlarda azaltmaya gitmek gibi. Bunlar da tartışılabilir. Çünkü neticede, biz kadına yönelik şiddet ile mücadelede bakıyoruz cinayetler devam ediyor. Sayılarının bir önemi yok, artmış m? Azalmış mı? Bir önemi yok. Önem arz eden şey; bu cinayet vakalarının, şiddet vakalarının devam etmesi.
YASALAR CAYDIRICI DEĞİL; CEZAİ YASALAR EN AĞIR MÜEYYİDELERLE UYGULANMALI
BSB: Neden azalmıyor bu şiddet vakaları? Bunu da tartışalım. Cezalar caydırıcı mı değil?
S.A. : Cezalar tabi ki caydırıcı değil. Bakın çok kısa bir örnek vereceğim; kadına yönelik şiddet kapsamında, bizim uygulamaya koyduğumuz denetimli serbestlik diye bir uygulamamız var. Yani karısını tekme tokat dövüyor, gözünü patlatıyor. Hâkim, bu adamın ya denetimli serbestlik ile gönderiyor ya da ceza verdikten sonra iyi hal indirimleri oluyor, tahrik indirimi oluyor. Bir sürü gerekçeler ile ceza evine gönderiyoruz 3-5 yıl sonra çıkıyor. Veya hiç ceza evine göndermeden, denetimli serbestlik ile biz bu adamı salıyoruz. Zaten kim ve nefret ile dolmuş bir insan, kendisini şikâyet eden eşini, çıktıktan sonra ‘’işim yarım kaldı, işimi tamamlayayım’’ anlayışı ile en ücra köşede veya toplumun içinde de olabilir bu, cinayete, katletmeye başvurabiliyor. Niye? O var olan cezai yasaları düzgün uygulasak, en ağır cezai müyeddileri uygulasak, hayata geçirsek bu anlamda bir caydırıcılık oluşturması için çaba sarf etsek belki bu cinayetlerde azalmayı görebiliriz. Ama cezalar caydırıcı olmadığı için, şiddet rakamlarında da, rakam önemli değil dediğim gibi ama şiddeti ve cinayeti görmeye devam edeceğiz.
ÜRETİLEN POLİTİKA A4 KAĞIDININ ÖNÜNE GEÇMELİ
BSB: Zihniyet dönüşümü şart bunu anlıyoruz. Erkek zihniyetinin değişmesi gerekiyor. Bunun için Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bundan iki-üç sene önce adımlar attı. Nedir bunlar? Askeriye ile Diyanet İşleri Başkanlığı ile protokoller imzalandı. Erkek zihniyetinin dönüşmesi için. Ya da sorunlu erkek yapısının rehabilitasyonu için. Yeterli gelmedi mi bu adımlar? Daha nelerin yapılması gerekiyor?
S.A. : Bir sürü protokoller yapılıyor, eylem planları yapılıyor, Aile Bakanlığı başka bir Bakanlık ile iş birliği imzalıyor. Bu iş birliklerinin hiçbiri A4 kâğıdının ötesine geçmiyor. A4 kâğıdının ötesine geçirmeliyiz. Bu dileklerin, temennilerin, anlaşmaların hayatımıza yansıması lazım. Bunların, hayatımıza yansıdığını görmüyoruz. Ben, şiddetin sadece kadınlar üzerinden mücadele ile bir sonuca varacağını düşünmüyorum. Erkekler ile bu mücadeleyi yaparsak sonuç alırız. Erkekleri bu mücadelenin içine aktif bireylere olarak katarsak. Mücadelenin de birkaç yöntemi olduğunu düşünüyorum. Eğitim boyutu var, yasal boyutu var, zihni, toplumsal boyutu var. Bu A4 kâğıtlarını öteye taşımak için yapılan tüm bu anlaşmaların, bir an önce hayata geçmesi, eğitimlerin, jandarma ve askeriye ile yapılan anlaşmaların, daha dikkatli ve hassasiyetli ele alınması, diyanetin bu konuya çok hızlı bir şekilde dâhil olması gerekiyor. Bu mesele sadece Aile Bakanlığının meselesi olarak görülüyor. Hayır değil. Bu mesele Aile Bakanlığının olduğu kadar Adalet Bakanlığının, Milli Eğitim Bakanlığının da, Başbakan Yardımcılarının da, tüm hükümetin, toplumun, toplumu ayakta tutan özel sektörlerin, herkesin bir meselesi. Birbirimizin üzerine attıkça, bu meseleyi delege ettikçe, bu meseleyi sadece o gün yaşıyoruz, o gün harekete geçiyoruz. Sonra bu mesele soğuyarak hayatımızdan çıkıyor.
ERKEKLERİN BU MÜCADELENİN İÇİNE AKTİF OLARAK KATILMASI ŞART
BSB: Devletin gündeminde olan bir konu bu aslında ama vatandaşında kendine bakması gerekiyor diye düşünüyorum. Özellikle anne-baba kendi arasındaki sorunları çocuğa yansıtıyor mu? Yansıtmıyor mu? Çocuk bundan nasıl etkileniyor? Elimde bir istatistik var bunu okumak istiyorum: Annesi şiddet görürken, buna şahitlik eden %70 erkek çocuğu, yetişkinliğinde eşine şiddet uyguluyor. Ne dersiniz?
S.A. : Şöyle bir eğilim var; bu araştırmalar hep yapılıyor. Bizim aslında bu işi temelden çözmemiz gerekiyor. Temel neresi: İlköğretimler. Çocuğun eğitim hayatına ilk adımı attığı yerden bizim, cinsiyet eşitliğini, cinsiyet adaletini, kadın-erkek ilişkilerini yaşa uygun şekilde vermemiz gerekiyor. Ve kadına yönelik şiddeti de yaş ilerledikçe anlatmamız gerekiyor. Aile kendi içerisinde eğitilmeli. Mesela okullarda aile birliklerimiz var dimi, buralarda bu eğitimleri yapabiliriz. Bu sadece kadınlara yönelik değil yalnız erkekleri de işin içine katarak. Benim söylediğim bir cümle var, daha önce de söyledim: Kadına yönelik şiddet ile mücadelede, Rize’deki, Antep’teki, Tunceli’deki, Mehmet amcayı, Ahmet amcayı, Adnan ağabey’i devreye sokmazsak, bu meseleyi sadece kadınlar olarak aramızda tartışırız, ve bu mesele hayatımıza günlük cinayet vakaları olarak girer ve çıkar. Toplum olarak, eğitim hayatımızın yanında, kanaat önderlerinin, aile büyüklerinin, medya patronlarının, toplumun önde giden rol modellerinin, sanatçılarının, politikacılarının, kadın vekillerin, bu meseleyi hiçbir zaman gündemden düşürmemeleri gerekiyor. Ne zamana kadar? Sayısal verilerde aşağıya inene kadar. Bırakmadan, gündemimizde sıcak bir konu olarak kalmasını sağlayarak.
KADINA YÖNELİK ŞİDDETTE ÖZEL CEZA İNFAZ KANUNU GETİRİLSİN
BSB: Şiddet konusundan hala kadını bile ikna edebildiğimizi düşünmüyorum. ‘’Eğer bir kadın şiddet görüyorsa diliyle eşini terörize etmiştir’’ söylemi mesela. Kadının diliyle erkeği terörize etmesi şiddeti meşrulaştırır mı? Elimde yine bir istatistik var; 15-19 yaş arasındaki kadınların %63’ü şiddeti haklı buluyor. 45-49 yaş arasındaki kadınların %39’u şiddeti haklı buluyor. Şiddet, aslında kadınlar tarafından içselleştirilmiş, ne dersiniz?
S.A. : O istatistiklerde hangi tür şiddetten bahsediliyor ona bakmak lazım. Mesela biz denetimli serbestlik 6284’te, denetimli serbestliği, hâkimin elindeki denetimli serbestlik, salıverme, para verme gibi var olan şiddeti bu şekilde karar alma yönünde kullanmasında diyoruz ki; hayır. Şiddet ortaya çıktığı andan itibaren faili cezalandırılmalı. Buna karşılık bize şöyle bir argümanla geliniyor: Şiddet o zaman kaşını çatan kişiye gösterilecek şiddet, eşim bana kötü davrandı, kötü söz söyledi, bağırdı, çağırdı gibi şeylerle fiziksel anlamda kadını yoran, hırpalayan şiddet aynı mı değerlendiriliyor? Biz bu anlamda özel ceza infaz kanunu getirilsin dedik. Sadece kadına yönelik şiddete ilişkin. Kadına yapılan şiddeti tanımlayacak, türlerini anlatacak ve buna yönelik de cezai müyeddiye’yi en ağır şekilde verecek bir infaz sistemi gerçekleştirelim.
BSB: Siz nasıl bakıyorsunuz? Fiziksel şiddet var, psikolojik şiddet var, ekonomik şiddet var. Hepsi aynı mı değerlendirilmeli cezai yaptırımlarda?
S.A. : Aynı başlık altında değerlendirilebilir mi? Bir kere kadının en özel olan alanına giriyorsun, ırzına geçmek istiyorsunuz. Ardından öldürdükten sonra cesedini yakıyorsun, işkence ediyorsun ve bunu tek başına yapmıyorsun, babanı ve arkadaşını bu işe davet ediyorsun. Bu diğerleri ile aynı kapsamda değerlendirilebilir mi? Değerlendirildiğinde adil olur mu? Mümkün değil. Bunun öyle bir değerlendirilmesi gerekiyor ki, Özgecan’ın ablası mesela ‘’hocam, sadece idam yetmez, işkence çekmeli’’ dedi. Çünkü idam hayatına en kısa zamanda son vermek onun için bir kurtuluş olacak.
BSB: Bu tür beklentiler, duygusal taleplerdir gibi bir değerlendirme de söz konusu. Ancak bunu çok ciddiye alıp, tartışalım diyen siyasetçiler de var. Geldiğimiz noktada hem şiddetin kaynağını tartışıyoruz toplum olarak hem de cezai yaptırımları.
S.A. : Her şeyi tartışıyoruz. Tüm boyutları ile ele alıyoruz. Sonuç açısından belki de ilk defa somut şeyleri konuşuyoruz Türk Toplumu olarak. Kadın Örgütleri olarak. Hangimiz ne kulvarda çalışma yaparsak yapalım hiç fark etmez.
KADINA ŞİDDETİN CEZASINI HUKUKÇULAR YENİDEN DEĞERLENDİRMELİ
BSB: Dileriz bu son olur. Bir daha böyle acılar yaşamayız…
S.A. : Orada şöyle bir şey söylendi bestenin dediği ‘’Hocam sırf idam değil bir işkencesinin de olması lazım, yani ruhen çökmesi, psikolojik olarak çözmesi, fiziki olarak çökmesi gerekir’’ Bunların hepsi bizi çözüme götürecek argümanlar. Bunları en sağlıklı şekilde, Türk Ceza Kanunu’nun içinde yer alacak şekilde, hukukçulara bırakarak çünkü bu meseleyi hukukçuların tartışması gerekiyor, kanun yapıcılara bırakarak tartışmamız gerekiyor. Uzun vadede böyle bir sonuç Türkiye’ye ne getirir? Kadına yönelik şiddet ile mücadelede ne sağlar buna bakmak lazım. Çünkü biz idam kaldırılsın derken de çok büyük kutuplaşmalar oldu. Bu meseleyi toplumsal fayda açısından değerlendirmeli. Siyasi yasaklılarda bu olmalı mı? Bunu hukukçuların daha sağlıklı, bu işte daha uzmanlaşmış kişilerin tartışmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.
MEDYA ŞİDDET İÇERİKLİ YAYINLARI KALDIRMALI, YAYINCILIK KONUSUNDA HASSAS DAVRANMALIDIR
BSB: Psikologlar da şunu tartışıyorlar özellikle medyanın rolünü. Dizilerde şiddet, taciz ve tecavüz üzerinden kötü olumsuz mesajlar veriliyor mu?
S.A. : Betül Hanımcığım, ziyaretimden yine örnek vereceğim; taziye evinde söylenenlerden bir tanesi de: medyanın toplumsal hayatımız üzerindeki etkisi. Gelirken ben failin ismini bilmediğimi düşündüm. Özge Can’a o kadar derinden üzülmüşüz, o kadar içselleştirmişiz ki, failin ismini bilmiyoruz. Oysaki failin Fatma gülün Suçu Ne gibi TV programlarında hayatımıza giren dizileri takip eden, bunları facebook’unda paylaşan birisiymiş. Bu yüzden medyanın toplumsal hayatımızdaki rolünü asla es geçmemeliyiz. Bu anlamda toplumu yöneten, yönlendiren, toplumdaki algıyı şekillendirmek açısından son derece büyük bir güce sahip olan medyanın, şiddeti teşvik eden, sırf kadına şiddet olmasına gerek yok görüyoruz erkek erkeğe şiddet uyguluyor. Geçen gün bir programda dile getirmek durumda kaldım. Süper Dadı diye bir program var ve bu programda anne-babanın çocuğa gösterdiği katı davranış ve o çocuğun bizim gözümüzün önünde ağlaması, ben o programı izlerken o kadar üzüldüm ki. 7 yaşında bir çocuk annesiyim, çok üzüldüm. Şiddeti sadece kadına yönelik boyutun daha ötesinde daha geniş bir açından bakarak, şiddetin toplumsal hayatımızın içindeki tüm boyutları ile ele almalıyız. En kısa şekilde bu tür programlar kaldırılsın. Lütfen bu konuda daha hassas ve ciddi davranmak zorundayız.
KADEM OLARAK, KADINA YÖNELİK ŞİDDET İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARIMIZ VAR
BSB: Kadın Ve Demokrasi Derneği olarak siyasilere hangi mesajları ileteceksiniz?
S.A. : Geçen hafta Kadın Ve Demokrasi Derneği olarak hukuk komisyonumuzun yapmış olduğu aile içi şiddetin önlenmesi ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi çalıştayı yaptık. Böyle bir rapor çıkardık ve bu raporu web sayfamıza da koyduk. Bu raporu kendisine sorduk. Ve özellikle denetimli serbestlik gibi, özel ceza kanunun yapılması gerektiğini, şiddet mahkemeleri kurulması gerektiğini, medya kanaat önderlerinin bu mücadeleye dâhil edilmesi gerektiğini ifade ettik. Ve bunu ancak Aile Bakanlığının tüm bu saydığım paydaşları bir araya getirerek topyekûn bütüncül bir mücadele ile yapılabileceğini ifade ettik. Bu konuda geleneklerin içerisinde kadını ikincileştiren, kadının değerini görmeyen tüm uygulamalarında bir an önce hayatımızdan çıkması gerektiğini söyledik.