Siyasi partiler demokrasilerin toplum ile yönetim arasındaki köprüyü kuran en temel kurumlarıdır. Toplum ve yönetim arasındaki bu bağın güçlendirilmesi ve demokrasinin tam anlamıyla işleyebilmesi siyasi partilerde kadın ve erkeklerin eşit, adil ve dengeli şekilde temsil edilmesiyle mümkündür. Nitekim, toplumu ayakta tutan iki temel unsur, kadın ve erkektir. Ancak, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de kadınlar her ne kadar 1934’te seçme ve seçilme hakkını elde etmiş olsalar da, eril dünyanın kendi sahası olarak gördüğü siyaset alanına, verdikleri çetin mücadeleler sonucunda son yarım yüzyıldır dahil olabilmişlerdir. Bu durumun sebepleri arasında yaygın olarak kadın kimliğine yönelik kalıplaşmış geleneksel ve kültürel değer yargıları, siyasi parti programlarının kadın katılımını destekleyici olup olmaması, yasal düzenlemelerdeki eksiklikler, kadının kamusal alana dahil olmada karşılaştığı cinsiyetçi pratikler, kadınların erkeklere göre siyasete ilgi duymamaları, siyasetin ekonomik güç ile yapıldığı kanaati, siyasi kurumların içerisinde yer almak için belli bir zümre veya sınıfa ait olma algısı ve siyasetin güç odaklı erkek egemen yapısını gösterebiliriz.
2015 genel seçimleri için,açıklanan aday listelerinde kadınlara ilk sıralarda yer verildiği ve geçmişe nazaran kadın aday sayısının net bir şekilde artış gösterdiği görülmektedir. Ancak, “Bu sayının ne kadarı meclise yansıyacak?” sorusu için 7 Haziran’ı beklemek durumundayız. Nitekim, sosyo-ekonomik ve toplumsal kalkınmanın vazgeçilmez parçası olan kadınların karar alma mekanizmalarında yer alması, siyasetin daha demokratik bir nitelik kazanması için öncelikle yüzde 33’lük kritik eşiğin yakalanması gerekmektedir. Ancak bu oran ile meclise gidecek kadınlar hemcinslerinin hayatlarını kolaylaştıracak politikaların geliştirilmesini sağlayabilirler.
Mevcut listelere baktığımızda, bu eşiğin yakalanamayacağı düşünülse de, listelere giren kadın aday sayısı, Türkiye’de kadının kamusal alana geçmişe göre daha fazla müdahil olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamakta, bilakis bu durumu güçlendirecek algıyı içerisinde barındırmaktadır. Verilerde somut olarak kadının meclisteki temsiliyetinin kısmen artarak devam ettiğini göstermektedir. 1935’te mecliste 18 kadın milletvekili varken, 2007’de kadın milletvekili sayısı 50’ye, 2011’de ise bu sayı 79’a yükselmiştir.
Ancak mevcut parlamentoda yüzde 14.39, büyükşehir belediye meclislerinde yüzde 10.67 oranındaki kadın temsiline baktığımızda, erkeklere oranla eşitliğe ve adalete sığmayacak şekilde kifayetsiz temsil edildiğini desomut olarak görmekteyiz. Aslında bu durum, yasalarla desteklenmiş bir durum değildir. Bilakis anayasanın 10. maddesinde “kadın ve erkek eşittir ve devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” ifadesi yer almaktadır. Sosyal ve siyasal açıdan kadın ve erkek arasında varolan adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı devlet, 2010 referandumunda kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık getirerek kadın temsilini arttırmak konusundaki tavrını kadınlar lehine daha da pekiştirmiştir. Başka bir deyişle, devlet eşitliği içkin adaletin, dengenin, hakkaniyetin sağlanması amacıyla kadınların kamusal hayata dâhili konusunda yapacağı düzenlemelerin, anayasanın 10. maddesinin ihlali anlamına gelmediğini ifade ederek, aslında kadının gelişiminin önündeki bariyerleri güçlü bir şekilde kaldırmıştır. Dolayısı ile Türkiye yasalarında cinsiyet ayrımı yapan veya bu ayrımı zımnen destekleyen bir hüküm olmadığı görülmektedir. Fakat, buna rağmen nüfusun büyük bir kısmını oluşturan kadınların erkeklere oranla siyasette temsil oranının oldukça az olduğu görülmektedir. Açıkça ifade etmek gerekirse, teorik olarak desteklenen kadının kamusal ve siyasal hayata katılımı pratik anlamda uygulamaya geçmemiştir. Dolayısıyla, siyasal tutumlar eyleme dönüşmedikçe kadınlar noktasında siyasal katılımın gerçekleştiğini söyleyemeyiz.
Engelleyici faktörler
Kadınlarının siyasete aktif katılımına engel olan faktörlere baktığımızda, esasen kadının diğer kamusal faaliyetlere katılmasına ve yükselmesine engel olan faktörlerden ayrı olmadığı görülmektedir. Bu faktörlerin başında, toplum içerisinde kadın ve erkeğe sunulan toplumsal cinsiyet rolleri ile kamusal ve özel alanın bu rollere göre belirlenmesi/şekillendirilmesi gelmektedir. Diğer bir faktör, siyaset alanında erkek egemen gücün yerleşik olması ve geleneksel olarak kadına biçilen özel alan, diğer bir ifadeyle ev içi rolünün meclise taşınmasına karşı gösterdiği dirençtir. Başka bir faktör, demokrasinin işleyişindeki aksaklıklar ile siyasi partilerin kadın politikalarıdır. Siyasi partiler kadını farklılığı ile, özne olarak siyasete katacağı değerin aksine, simgesel değerlendirmekte ve vitrin olarak algılamaktadır. Kadınlar eril siyasi ortama ancak eklemlenerek var olmakta, siyasetin kurucu öznesi olmak yerine birer nesnesi haline getirilmektedir. Bu durum, kadınların siyasete etkisini azaltmakta, cinsiyete dayalı kamusal politikaların ve toplumsal ilişkilerin daha eşit, adil, dengeli ve ölçülü şekilde dönüştürülmesini geciktirmektedir.
Bunun yanı sıra, son yıllarda değişiklik gösterse de, siyaseti belli bir sınıf kadının yapabileceği anlayışının da bu faktörlerden biri olduğu aşikardır. Bu anlayışa göre, varlıklı ve üst sınıftan olan kadın, tepeden atanma yolu ile eril dünyanın izin verdiği müddetçe siyaset yapabilmektedir. Bu durum, üst düzey siyasal pozisyonların sadece belirli sınıflardan kadınlara mı ait olduğu sorusunu karşımıza çıkarmaktadır. Nitekim, belli bir grup sürekli az ve eksik temsil edildiğinde, diğer gruplar kendine düşenden fazlasını alırlar. Dolayısıyla, kadının siyasette temsilinin azlığı sistemli bir şekilde eril siyasi aktörleri karşımıza çıkarmaktadır. Bu durumun değişmesi ve kadınların siyasete etkin ve nitelikli şekilde dahil olmaları demokrasinin, adaletin ve cinsler arası toplumsal dengenin tesisi için bir gereklilikten ziyade zorunluluktur.
Nicelik ve nitelik sorunu
Kadınların siyasete katılımının sayıca az olmasının yanı sıra, farklı kesimlerden ve kimliklerden kadınların da sayısal olarak yetersiz temsil edildiği görülmektedir. Ancak, kadınların din, dil, ırk, etnisite ve sınıf gözetilmeksizin, kalıplaşmış kabullerden bağımsız olarak farklı kimlikleriyle siyasette var olmaları demokrasinin tesisi ve sürdürülebilirliği için son derece önemlidir. 28 Şubat sürecinde, dönemin başbakanı merhum Bülent Ecevit’in başörtüsüyle seçilerek meclise giren milletvekili Merve Kavakçı’ya “Burası, devlete meydan okunacak yer değildir” ifadesi yalnızca demokrasinin değil, hukukun, vicdanların ve farklı kadın kimliklerinin meclisteki temsiliyetini yok sayarak 2013 yılına kadar geciktirmiştir. Dolayısıyla, farklı kesimlerden, kimliklerden kadınların siyasi partiler tarafından aday gösterilmesi demokrasinin gelişmesi ve kadın haklarının güçlenmesi için son derece mühimdir.
Nitelik açısından kadınların siyasal alana çıkışlarında yaşanan bir diğer sıkıntı, kadınların, kadın kimliğinden arınmış, maskülen bir görünüm ve davranış modeli ile varlık kazanmaya çalışmalarıdır. Siyasetin cinsiyeti olur mu sorusu burada karşımıza çıkmakta, cinsiyetin belirleyiciliği kadınlar için, kadın kimlikleri ile değil, baskın erkek egemen geleneğin dayattığı normlar ile belirlenmektedir. Ayrıca, bu durum oyunu kurallarına göre oynama zorunluluğunu getirerek kadınları belli bir anlayışın-modelin içine hapsetmiştir. Diğer bir ifadeyle, kadınların siyasi alanda bulunmaları kendi kimliklerinin ötesinde erkek kimliğine bürünmeleri anlamına gelmekte ve bu durum günümüzde de devam etmektedir. Bunun önüne geçilebilmesi için, kadın kimliğinin siyasi özne olmak açısından dezavantajlı olduğu anlayışının yerine, kadının siyaset alanında farklılıklarıyla temsilinin önünün açılması demokrasinin, özgürlüklerin ve insan haklarının bir gerekliliğidir.
Mevcut aday listeleri
2015 Genel seçimleri için açıklanan mevcut mecliste grubu olan parti listelerine baktığımızdakadın adayların oranı, AK Parti’de yüzde 18, CHP’de yüzde 18, MHP’de yüzde 9, HDP’de yüzde 48’dir. Kadın temsilinde kritik eşik olan yüzde 33’lük oran HDP partisinde karşılık bulurken, bu oranın meclise ne kadar yansıyacağını henüz bilmiyoruz. Sayılarla ifade ettiğimizde AK Parti 99, CHP 103, MHP 50, HDP 268 kadın adaya listelerde yer vermiştir. Bütüncül baktığımızda ise, geçmiş dönemlere göre kadınların listelerdeki varlığını somut olarak görmekteyiz. Bu durum yılardır kadının sosyal-siyasal-ekonomik-kültürel statüsünü artırmak için çalışan çeşitli kadın STK’ların ve ayrımcılığa karşı hak mücadelesi veren farklı kimliklere mensup kadınların kamusal alana dahil olmak üzere verdiği mücadelenin bir karşılığı olarak durmaktadır. Nitekim kadınlar İlk defa bu listelerde, erkeklerle birlikte 1 ve 2. sıraları paylaştılar. Bu durum kadının güçlendiğini göstermekle birlikte demokratik temsil ve cinsler arası eşitliğin ve adaletin tesis edilmesindeki eğilimi de bize göstermektedir. Listelerde öne çıkan diğer önemli husus yasal ayrımcılığa ve sosyal-kamusal dışlanmaya karşı verdikleri hak mücadeleleri ile tanıdığımız farklı kimliklerden kadınların seçilebilecek sıralardan gösterilmesidir. Son olarak, bulundukları parti içi çalışmalarla tabandan gelerek listelere giren kadınların ortaya koyacakları kadın bakış açısı, Türkiye’de siyasetin tarzının, biçiminin ve renginin değişeceğinin habercisi niteliğindedir.
Yrd. Doç. Dr. E. Sare Aydın Yılmaz
KADEM Genel Başkanı