Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın
“Aidin Salih Konferansı” Açılış Konuşması
Doğal Sağlık Derneği Başkanı Sayın Ahmet Saçu,
Aidin Salih’in kıymetli ailesi;
Sayın Muhammed Salih ve çocukları,
Bu akademik bir konferans ama benimki samimi bir konuşma olacak.
Henüz ortaokula giden bir çocuktum, bir gün annemle bir misafirliğe gittik. Çocuk aklımla o günkü intibamı anlatacağım, nezih bir evde huzurlu, asil ve saygın bir hanımdı bizi ağırlayan.
Doktor olduğunu öğrendiğim bu hanım, hekim demek daha doğru olabilir, bildiğimiz doktorlara benzemiyordu. Aidin Salih Anadolu’nun veya Müslüman coğrafyanın birçok yerinde sıradan bir yerde rastlayabileceğiniz, dindar bir hanım görünümündeydi.
Ve hiç alışık olmadığımız şeyler söylüyordu. İlaçları, kimyasalları, hazır gıdaları, bazı teknolojik aletleri, gündelik hayatımızda çok normalleşmiş, yokluklarını tahayyül dahi edemediğimiz birçok şeyi büyük ölçüde reddediyordu. Can boğazdan gelir prensibiyle yaşanan bir zamanda, hastalıklardan kurtulmak için açlığı tavsiye ediyordu. Hastalıklara çare bulmak için yanına gittiğinizde, yaşam ve beslenme alışkanlıklarınızı sorarken ibadetlerinizi de soruyordu. Devasa cihazları yoktu; tırnak, göz, ağız gibi uzuvlara sadece bakarak teşhisini önemli ölçüde koyabiliyordu.
Bize öğrettiği bu alışılması hiç de kolay olmayan fikirleri kısım kısım denemeye, uygulamaya başladık. Annem en hızlı şekilde adapte olan oldu ve çok uzun yıllar muzdarip olduğu bel fıtığından açlık tedavileri ve sağlık kürleriyle şifa buldu. Bu bizim için çok çarpıcı bir tecrübe oldu. Etrafımızda da benzer şifa bulma örnekleri çoğaldıkça, doğal yaşam ve tedavileri benimsemiş başka doktorlardan da benzer tedavi ve tavsiyeleri gördükçe ailece Aidin Salih’in uygulamalarına hayatımızda daha çok yer verdik.
Zamanla bedenimize ve hayata bakış açımız epey değişti. Benim şahsen Aidin Salih’ten ve benzer ekollerden öğrendiklerim neticesinde hayatımda uygulamaya çalıştığım bazı temel prensipleri şöyle ifade edebilirim.
– Sağlık proaktif şekilde korunması gereken bir olgudur, bedenimize acımasızca yüklenip sadece hastalanınca şifa aramak eksik ve hatalı bir anlayıştır.
– Sağlıklı bir hayat yaşarsanız, vücut mikroplarla ve hastalıklarla başa çıkma konusunda inanılmaz güçlü bir mekanizmaya sahip. Vücutta herhangi bir bozukluk, hastalık noktasına gelene kadar aslında epey sinyal veriyor. Fakat modern tıp bu sinyalleri duyup anlamak yerine bastırarak anlık rahatlamayı bas ediyor. Böyle olunca vücutla devamlı bir savaş halinde oluyoruz.
Halbuki yapmamız gereken bu muhteşem mekanizmaya saygı duyup sinyalleri doğru anlamak ve vücuda devamlı adeta ahkam kesmek yerine ihtiyacı neyse onu verip, kendi kendini iyileştirmesine destek olmak. Bu uğurda da sabırlı olmak. Modern hayatın hız baskısına yenik düşmemek.
– Yemek yemek sadece vücudu doyuran, besleyen bir faaliyet olarak görülmemeli. Yemeğin niteliği ve niceliği fıtrata uygun olmadığı zaman problemler baş gösteriyor. Maalesef ki modern dünyanın beslenme şekli fıtrata temelden aykırı diyebiliriz. Bu tarz bir yemek şekliyle bedeni beslemiyor ancak yoruyoruz. Hatta hastalıklara sebep olan bir aktiviteye dönüştürüyoruz.
– Herhangi bir organdaki bozulmanın sebebi birkaç farklı organdan kaynaklanabiliyor ve bütüncül bakılmadığı müddetçe doğru tedavi etmek mümkün görünmüyor. Bu nedenle modern tıptaki, vücudu küçücük bölümlere ayırıp sadece o bölümlere odaklanan uzmanlaşmanın pek de iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum.
– Bedensel bütüncüllüğün de ötesinde, beden ruhtan kopuk değerlendirilemez, ikisinin de iyiliği birbirine bağlı. Manevi ve maddi açlık birlikte doyurulmadıkça, manevi ve maddi zararlardan birlikte uzak durulmadıkça gerçek bir sağlıktan bahsedemeyiz.
Tabi daha pek çok prensipten bahsedilebilir…
…
Şahsen Aidin Salih’e sağlığımız ve hayata bakış açımızı bu kadar güçlü şekilde silkeleyip olması gerekene yaklaştırdığı için minnet borçluyum. Tabi ki her fikir, her sağlık uygulaması tartışılabilir. Fakat şu apaçık bir gerçek ki modern tıbbın çaresiz kaldığı nice hastanın şifasına vesile olmak minnetimizi fazlasıyla hak eder.
Ve yine şu bir gerçek ki Aidin Salih gerek eğitimi gerek araştırmaları ile hep gerçeğin peşindeydi. Katı köşeli, dogmatik bir bakış yerine esnek, gelişen, değişen şartlar ile birlikte bilgisini güncelleyen bir yaklaşımı benimserdi. Modern tıp ile arasındaki temel bakış farklılıklarına rağmen, gerekli hallerde o alanın ehliyle de iş birliği yapardı. Amacı kariyer, zenginlik olsa daha gencecik yaşında sorguladığı tıp mesleğini bırakmazdı diye düşünüyorum. Amacı şöhret olsa, bu çağın modernizmle yoğrulmuş insanlarının ezici çoğunluğunun kabul edemeyeceği, hatta ne yazık ki istihza konusu haline getirebileceği fikirler ve uygulamalardan bahsetmezdi.
Fakat o bunları önemsemedi. Sadece hakikati anlamanın ve anlatmanın derdinde oldu. Modern çağın bombardımanından etkilenmeyip alışageldiklerimize, dogmalara takılıp kalmayıp yeniliklere açık olabilmek, hakikati görüp uygulayabilmek başta berrak ve son derece ferasetli bir zihin, kulluk aczinin bilincinde mütevazı ve yumuşak bir kalp ve bununla beraber çelik gibi bir irade gerektirir. Bunların hepsine birden sahip olmak çok az rastlanan bir durum. Aidin Salih bu yüzden farklı, bu yüzden kıymetli.
Hakikatin peşinde olmak kadar yakalanmış bir hikmetin cesaretli bir duruşla savunucusu olabilmek de önemli. Nitekim Aidin Salih’ten açlık tedavilerini duyup uygulayalı ve şifa bulalı on yıllar olmuştu ki, ne oldu? İnsanlar Aidin Hanım’ı tartışadursun, açlığın vücuda iyi geldiğini keşfedip kanıtlayan bir Japon bilim adamı “otofaji” olarak isimlendirilen bu çalışmasıyla Nobel ödülü aldı. Biz de koca bir ah çekiyoruz tabi…
Ama dersimizi almalıyız. Batı’nın, modern kapitalist dünyanın dogmalarından beynimizi ve kalbimizi özgürleştirmek o kadar da zor değil. Bu özgürleşme ile birlikte o dogmaların yerine ne koyacağımıza karar vermeliyiz. Ezcümle, hakikatin arayışı hepimizin görevi.
Bu arayışta ise bize yegâne rehber kendi öz değerlerimiz ve gerçek anlamda objektif bilimsel çalışmalar.
Hani başta demiştim ya, Aidin Hanım’ı gördüğümde alışageldiğimiz doktorlara benzemiyordu.
İşte o Anadolu’da veya İslam coğrafyasının herhangi bir sokağında karşılaşabileceğiniz sıradan görünümde bir insanın hikmeti bizim için ne zaman Batılı otorite figürleri kadar saygın olursa değerlerimize o zaman sahip çıkabileceğiz. Hakikate o zaman yaklaşabileceğiz. Ve ancak o zaman yeniden bir medeniyet inşa etmekten bahsedebileceğiz.